Om mani padme hum...

Eğer tapınağa girerken uğrasaydım ‘hediyelik eşya’ satılan mağazasına şöyle bir bakıp çıkardım; oysa Budizm’le ilgili bilgilerimi tazeleyip içim huzur dolu bir halde çıkışa yöneldiğimde karşıma çıkan mağaza beni içine çekti.

‘Om mani padme hum’ ile bu vesileyle yeniden karşılaştım.

Bilen bilir: Edebiyatımızın en gizemli şiirlerini yazmışlardan Asaf Halet Çelebi’nin bir kitabının (1953) adıdır ‘Om Mani Padme Hum’...

Cüneyd başlıklı şiirinde Cüneyd-i Bağdadi’yi anlatır şair: “bakanlar bana /gövdemi görürler / ben başka yerdeyim // gömenler beni / gövdemi gömerler / ben başka yerdeyim // aç cübbeni cüneyd / ne görüyorsun / görünmeyeni // cüneyd nerede / cüneyd ne oldu / sana bana olan / ona da oldu // kendi cübbesi altında / cüneyd yok oldu”

Kitabın adı ‘Sidharta’ şiirinde karşımıza çıkar: “Sidharta Buddha / ben bir meyvayım / ağacım âlem / ne ağaç / ne meyva / ben bir denizde eriyorum / om mani padme hum (3 kere)”

Hz. İsa’dan yaklaşık 500 yıl önce doğduğu sanılan Sidharta Buddha sadece Hint altkıtasında değil, Uzak Doğu’da da takipçileri olan Budizm’in başlatıcısıdır. Kore’nin başkenti Seul’de ziyaret ettiğim Bongeunsa Tapınağı ilginç gözlemler yapma fırsatı verdi bana. İbadethanede en az iki düzine insan vardı ve hepsi de kendileriyle meşguldü.

Hem de ne meşguliyet... Kimi dizlerini kırmış, kendinden geçmiş bir halde önündeki metni okuyor, kimi vecde gelmiş secde ediyor, ellerinde 108 taneli tesbih tutan kimileri de Tanrı’nın isimlerini sayıyor...

Gözünüzün önünde canlanan tablo yanlış değil: İbadet edenlerin altında tek kişilik birer minder var; vecde gelen, secde eden, tesbih çeken onun üzerinde yapıyor bunları...

Rehberimize “Nedir Buddha sizce, Tanrı mı?” diye sordum. Aldığım cevap şu: “Hayır, bizce Buddha elbette Tanrı değil. O sebeple biz kendisini ‘Aydınlanmış kişi’ olarak anıyoruz.” Tapınağın içindeki küçüklü-büyüklü heykellerine bakınca Buddha cevaba tebessüm ediyor gibime geldi. İslâm’da din büyüklerini resim ve heykelle canlandırma yasağının mantığını anlamaya yetiyor bir Budist Tapınağı’nı ziyaret...

Tapınağın bahçesinde dolaşırken bir de cenaze merasimine denk geldik. Budist rahipler, biri başlayıp diğerleri devam ettirerek yüksek sesle bir kitaptan okuyorlardı. Budistler cenazelerini gömerlermiş... “Sadece rahiplerin cesetleri yakılır” dedi rehber. Onların tozlarında parlayan bir şeyler olurmuş, onları saklarlarmış...

Zor bir hayat olmalı rahiplerinki... Çok küçük yaştan itibaren kendilerini Buddha’ya vakfederler, aileleriyle onları bir daha görmemecesine ilişkileri kesilir, evlenip çoluk-çocuk sahibi olmaz, tapınak dışına çıkmazlarmış... “Hiç mi?” diye sorunca, rehber, “Sadece dini görevlerle...” cevabını verdi.

Üzerinde biraz düşününce herkesin aklına gelebilecek bir soruyu da yönelttim: Buddha Kore’de var, Çin’de var... Hindistan’da, Sri Lanka’da da... Görüntüleri de ilgileri de farklı, Kore’de kaplumbağa, Hindistan’da fil ile özdeşleştirilen Buddha’lar...

“Doğru bir gözlem” dedi rehber... “Onun için biz tek bir Buddha’dan değil, Buddha’lardan söz ediyoruz. Hepsi de ‘aydınlanmış kişi’ olan birden fazla Buddha var...”

Kore’de azınlığa düşmüş Budistler; misyonerlerin gayretiyle Hıristiyanların sayısı onları geçmiş... Ülkenin üçte biri Hıristiyan, üçte birine yakını Budist, diğer üçte bir de hiçbir dine inanmayan... “Şimdiki cumhurbaşkanı da Hıristiyan” dedi rehber...

Çeşitli dini malzeme vardı mağazada. Kendisinin ‘hiçbir dine inanmayan Budist’ olduğunu söyleyen bir başkası, ısrarla, küçük sarı bir paket aldırdı bana; bizdeki muskalara benzeyen ya da ‘cevşen’ gibi bir şey... Benim gözüm ise basit (10 TL’lik) bir yüzükteydi; üzerinde yazılar bulunan bir erkek yüzüğünde...

“Mandara dilinde” gerekçesiyle yazıyı okuyamadı biri; kasadaki kız ise düğümü çözdü. Sanskritçeymiş... Birlikte okuduk: “Om mani padme hum...” Lotus çiçeği içindeki mücevher... Yani Buddha...

Yüzüme bakakaldılar...