Ýlk golümüzü atmadan önceki halimiz, kötü deðil; çok kötüydü... Moldova gibi zayýf bir rakip karþýsýnda, gücünü göstermede nazlanan hareketsiz/isteksiz/pozisyonsuz bir ekiptik. Üzerine gelmeyen (Hatta gelemeyen) rakip karþýsýnda; sürekli ve anlamsýz yan, geri, iþlevsiz paslaþmalarla, 3 dakika boyunca yerinde sayan bir takým görünümündeydik. Kendi aramýzda 15 pas yapýp, 2 metre bile ilerlemiyorduk.
Ýlk gol 24. dakikada geldi. Ondan önce tek ve cýlýz bir þutumuz vardý. Esneye esneye, esnete esnete oynuyorduk.
Gol öncesinde, Hakan Çalhanoðlu’nun röveþatasýyla gelen asisti güzeldi. Hasan Ali’nýn þutunda, onca futbolcunun arasýndan kimseye çarpmadan geçen top; (Biraz da þansla) aðlarla buluþtu.
***
1-0’dan sonra, benzini bitmek üzere olan arabaya full benzin doldurmak gibi olduk. Nihayet gaza bastýk... Hareketlenen futbolumuz, erkenden ikinci golü de getirdi. Sonrasýnda baþka pozisyonlar da geldi. Bunlarý deðerlendiremesek de, Moldova’ya güç gösterisinde bulunduk. Böyle bir rakibe karþý, çevir kazý yanmasýn futbolu zaten bize yakýþýr mýydý?
***
Ýkinci yarý, milli takým oyuncularýnýn kendi aralarýndaki uyumu güzeldi. Birbirlerini iyi anlamýþlardý. Arnavutluk maçýna göre, çok daha derli-toplu oldular. Bunu görmek güzeldi.
Çift santraforlu sistemimiz de, iki maçta rayýna oturmuþ gibiydi. Ama Fransa ya da Ýzlanda gibi köklü ve güçlü takýmlara karþý ne olur, hala soru iþareti?
Gene de, dün gecenin 2 yarýsýndaki oyun düzenimiz; geleceðe ýþýk ve umut verdi. Ama bu övgüyü açýkça söylediðimiz zaman, sonrasýnda bizim milli takýma bir haller oluyor. Bu yüzden, aman fazla gaz vermeyin. Þýmarýyorlar!