Önce, gazete manþetleri bozuldu…

Ýlkokul üçe gidiyordum ve Nil’e deliler gibi aþýktým!.. Babama, onu gördüðüm zaman çevredeki hiçbir þeyi fark etmediðimi söylediðimde, gözlüklerinin arkasýndan mavi gözleriyle henüz 9 yaþýndaki oðluna bakmýþ, baþýmý okþamýþ, hiçbir þey söylemeden, bir Mühürdar akþamýný çerçevelemiþ pencerenin kenarýnda kucaðýna alýp, sýkýca sarýlmýþtý… 

Kimbilir, o an aklýndan neler geçti, evladýn yüreðindeki çocuk fýrtýnalarý nasýl deðerlendirdi bilemem, ama tam 10 yýl sonra bir baþka kýz için ayný þeyleri söylediðimde, gözlerimin içine bakmýþ, þöyle  cevaplamýþtý: Madem bu kadar seviyorsun, bir gün ne yap ne et, evlen Canan’la.. Aþk dediðin, insanýn kapýsýný her zaman çalmaz, ýskalarsan, çorak yaþarsýn..

Dediðini yaptým, þimdi birlikte evlatlarý evlendirmenin, torunlarý evde aðýrlamanýn tatlý yorgunluklarýný yaþýyoruz. 

92 yaþýndaki dayým Nail bey, 63 yýllýk yaþam arkadaþý Reyhan yengeyi iki hafta önce topraða verdi, bayramda yanýna oturdum, “hüzün” dediðiniz duygu bir insanýn yüzüne bu kadar mý yakýþýr, öyle bakýþtýk, elini tuttum, bana hafif bir sesle,“Yaþam dediðin, çok gürültülü bir teneke, yuvarlanýp gidiyor, zaman, her þeyi sükuta getiriyor, zaman aslýnda sessizlik” deyiverdi… 

Kapýdan çýkarken döndüm, baktým, orada deðil, gün boyu deðil, eve geldim, büyük oðlum Özgür’ün çok sevdiði Kalben’in “Sadece”sini dinlerken boðazýma bir yumruk oturdu. 

Yine mi sen  

Bayram günü gibi gelen  

Kaçamadým külleri hala sýcak… 

Kalben’den bu sözleri dinlerken, dayýmýn Reyhan yenge için yazdýðý son þiir “Gel”in neden kopyasýný hemen almadýðýmý, o, her zaman masanýn üstünde duran þiir dosyasýný karýþtýrmadýðýma hayýflandým… 

Bayram, yaþ aldýkça iþte bu tür tuzaklarla yüklü geliyor, aramýzdaki en yaþlýnýn da unutamadýðý bir çocukluðu, kokusunu özlediði ana-babasý var… 

Küçük oðlum Ege, 60’ýncý yaþ günümün akþamýnda uzak diyardaki aðabeyine “Babam, sabaha kadar Teoman’ýn Paramparça’sýný dinledi, ama aralýksýz, yüzlerce kez dinledi,” mesajýný geçmiþ, babam öldüðünde 60 yaþýndaydý… 

“Bir bar taburesinde/Babamýn öldüðü yaþtayým” sözünden kaçabilmiþ kaç erkek evlat var, sanmýyorum… 

Ýlkokul üçüncü sýnýftaydým, Nil’e aþýktým, Alican sýrdaþým, benden iki yaþ büyük mahalle arkadaþým Niko akýl hocamdý… Demek Aralýk 1963’müþ, Hürriyet’in manþetinde bir kadýn ile üç küçük çocuðunu banyonun içinde kanlar içinde gösteren o fotoðraf yayýnlandý… 

Tarihe Kanlý Noel olarak geçen bir gün yaþanmýþtý Kýbrýs’ta ve fotoðraftakiler tabip binbaþý Nihat Ýlhan’ýn eþi ile çocuklarýydý… 

Aile büyüklerinin 2 yýl önce, Menderes idam edildiðinde yaptýklarý gibi, gazeteleri biz çocuklardan kaçýrdýklarý, fýsýldaþarak yorum yaptýklarý bir gündü yine… Sonra, bir sabah Niko ortadan kayboldu, ninem, gözyaþlarýyla, “tüm komþular gitti” dedi, sene 1964’tü, binlerce Rum, Kanlý Noel’in bedeli olarak sýnýr dýþý edilmiþti… 

Oktay Akbal’ýn kendi kuþaðýnýn depremini sembolleþtiren kitabýnýn adý, “Önce Ekmekler Bozuldu”ydu… 

Bizim kuþakta önce haber manþetleri bozuldu…

O fotoðraflardan sonra hiçbir þey eskisi gibi olmadý… 

Radyodaki “Yassýada Saati” ile baþlayan çocukluk, 23 yaþýndaki üç delikanlýnýn idamýyla iflah olmaz gençliðe yürüdü. 

Yaþam, bize, insanlarýn arasýna devletin otoritesi girdiðinde neler yaþanabileceðini çok erken gösterdi…

Çok darbe 

Çok infaz 

Çok þehit cenazesi 

Çok kan ve gözyaþý 

Fakirlik 

Berbat savcýlar 

Kalemi önceden kýrýlmýþ davalar… 

Babamýn parmak izlerini taþýyan kitaplarda gezinmeyi seviyorum. Attila Ýlhan’ýn Kurtlar Sofrasý’nda þu satýrlarýn altýný çizmiþ: …nereye kadar müsbet bir iþ, nereden itibaren bir serüven, bu? Neden kendimi durup dinlenmeden kendime karþý sýnayýp duruyorum?..

Ýþte… Böyle…