1992’de Hacca gittiðimde duygularýmý da kaleme almýþtým. Mekke’den Medine’ye otobüsle giderken camdan, her tarafý kayalýk/taþlýk olan araziye bakýp daldým. Hicret günlerini düþündüm.
Peygamberimizin (sav) yolculuðu, Sevr maðarasýnda geçen üç gün sayýlmazsa 8 gün sürdü. Resulullah’ýn (sav) Medine’ye hicret yolculuðunda yanýnda Hz. Ebubekir ve yol kýlavuzluðu yapan Süraka bin Malik vardý.
Hz Ebubekir sadýk dost olmanýn zirvesiydi. Ve ne güzel yol arkadaþýydý. Þöyle düþündüm, ýssýz bir coðrafyada iki kiþi yürüyor. Son Peygamber ve sadýk arkadaþý. Dünya tarihinde o gün Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da ne krallar, sultanlar kendileri ve ülkeleri için ne tarihi ne önemli olaylar yaþýyordu. Tarihçiler onlarla meþguldü.
Hâlbuki Hicret’teki iki insan, ne kadar þaþaadan, debdebeden uzak sade ve tevazu içindeydiler.
1439 yýl önce bu sade, dikkatlerden uzak yürüyüþ, aslýnda insanlýðýn tarihini deðiþtirecekti.
Önemli olan kalabalýklar, þan, þöhret, meydan savaþlarý, zafer taklarý deðildi. Ýnsaný, insanlýða ulaþtýracak yolda yürümekti önemli olan…
Ýslam’ýn özünde insanlýðýmýzýn imarý ve inþasý var. Sadelik, güzel ahlak, tevazu ruhumuzu yücelten pýrlanta deðerler.
Gönül, o derece kýymetli. Çünkü onur, gönlün tahtýnda oturuyor. Gönül kýrmak, kristal vazoyu yere çalmak gibi…
Kur’an tavsiye ediyor: “Ýyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüðü en güzel bir þekilde sav. Bir de bakarsýn ki, seninle arasýnda düþmanlýk bulunan kimse, sanki sýcak bir dost oluvermiþtir.” (Fussilet Suresi, Ayet 34)
Müslüman olmak kolay, lakin Müslüman’ca yaþamak zordan da öte çok zor. Aile, dost, arkadaþ, siyaset, ticaret, alýþ-veriþ, mesai çevresi, ast-üst, geçim derdi, makam, mansýp beklentileri yüzlerce alanda imtihan var.
Her imtihanda durmadan kavþaklara geliyorsun, neredeyse her kavþakta yol arkadaþlarýný kaybediyor, dostlara birer birer veda ediyorsun… Ailede küskünlükler oluyor, eþler kopuyor, evlatlar savruluyor…
Müslüman’ca oturup kalkma, Müslüman’ca tavýr, duruþ, nezaket ve nezahet, üslup güzelliði… Neredeyse hepimizin yara aldýðý, etrafýmýzý yaraladýðýmýz zor geçitler… Ne oluyorsa, usulün esastan önce geldiðini unutuveriyoruz.
Hele sorumluluk taþýyanlarýn imtihaný. Yük arttýkça; çelikten irade, nefse boyunduruk vurma, þeytaný yaklaþtýrmama büyük zaferlerden bile önemli hale geliyor.
Bizi takvaya ulaþtýran iki önemli esas var; Allah’tan korkmak ve Allah için sevmek.
Allah korkusu, sadece Allah’a kulluk getirir. Ehl-i dünya bunu yadýrgýyor. Hâlbuki Allah’a kulluk, dünyevi bütün kulluklarý elinin tersiyle itmektir. Allah’a kulluk, onura açýlan kapýdýr. Sadece Allah’ýn önünde eðilmek, insaný; servetin, paranýn, makamýn, eþin, evladýn, þöhretin esiri olmaktan, alçalmaktan korur.
Dünyanýn geçici nimetlerine kulluk, sadece kibir ve gurur getirir. O da imana açýlan kapýyý sürgüler.
Allah’a kulluk ise tevazu, iyilik, hoþgörü, müsamaha getirir. O da imaný taçlandýrýr…
Allah için sevmek ise en büyük kuvvete sahip olmaktýr. Yaratýlaný Yaradan’dan ötürü sevmenin yenemeyeceði hiçbir kuvvet yoktur. Bu sevgi ki, merhamet ve þefkat bahçelerini büyütür.
Önemli olan nedir?
Önemli olan sizden bahsedilirken, “Baki kalan bu kubbede hoþ bir sadâ imiþ” denebilmesidir.
Önemli olan, karþý karþýya kalýndýðýnda, “kardeþim benim, seninle ne zorluklarý yendik, ne güzellikler yaþadýk” deyip sarýlabilmektir…
Önemli olan, “ben” deðil, “biz” diyebilmek, yürüyüþe devam etmektir.