'Yunanistan Devleti'nin doğumunun bütün 'Avrupa'nın ebeliği'nde gerçekleştirildiği 1820'lerden 30-35 sene sonra bu kez de Girit adasında, yine Avrupa'nın desteğiyle giderek şiddetlenen ayrılık hareketleri ve silahlı ayaklanma, Osmanlı için bayağı baş ağrıtıcı olmaya başladığı ve 1850'lerde Girit Meselesi, Avrupa siyasetinin ilgi odaklarının zirvesi haline geldiği sırada, Paris'te, dönemin Fransız İmparatoru III. Napolyon, Osmanlı'nın Paris'teki sefiri Keçecizâde Fuad Paşa'ya, 'Şu Girit'i bize verin de kurtulun bu dertten..' der..
Oldukça hazırcevap olan Keçecizâde Fuad Paşa, 'Verelim haşmetmeâb' der.
Heveslenen Fransız İmparatoru ile aralarında şu minval üzere bir konuşma geçer:
-Kaça verirsiniz?
*Aldığımız fiyata..'
-Kaça almıştınız?
*40 yıl savaşarak..
-Oooo, Osmanlı, bizimle boy ölçüşmekteki bu gücünü nereden alıyor?
*Siz dışardan, biz içerden yıkmaya çalıştığımız halde yine de devrilmeyişine..
*
Ve içerden ve dışarıdan, bilerek veya bilmeyerek yapılan işbirliği mâlûm sonucu verdi.
Hatırlayalım, Amerikan emperyalizminin önceki 'kovboy' Başkanı Trump, Türkiye'nin giderek güçlendiğini ve bunun kendileri aleyhinde olacağını hissettiğinde, dişlerini 'ekonominizi batırırım..' diye gösterince içeriyi az etkilememişti.
O sırada, 2022 yılının ilk aylarında, bir Amerikan tv. kanalında konuşan şimdiki Amerikan Başkanı Joe Biden da, o zaman henüz sadece aday iken, gayet net şekilde, 'Bugün başta Doğu Akdeniz ve Ortadoğu olmak üzere , hemen her konuda Amerikan menfaatlerine zarar veren bir yolda ilerlemekte olan Erdoğan'ı, içerdeki muhalefetle de işbirliği yaparak, demokratik yöntemle iktidardan uzaklaştırmalıyız!' mânâsını içeren bir konuşma yapmamış mıydı?
-Bugün yapılan da, Türkiye'de 2023 Haziran ayı ortasında yapılacak olan Başkanlık seçimlerini etkilemek ve Erdoğan'ı engellemek için, Biden'ın o sözlerindeki hedefe uygun şekilde sahneleniyor değil mi?
Türkiye'yle yaptığı satın sözleşmesini ve karşılığında 1,5 milyar dolar'ı peşinen aldığı halde, F-35 savaş uçaklarını vermekten kaçındığı gibi, onun yerine verebileceğini minnet koyarak nihayet açıkladığı F-16 savaş uçaklarını da hâlâ vermeyen ve ayak sürten; el koyduğu parayı da iade etmeyen Amerikan emperyalizminin, Kıbrıs'ın Rûm Yönetimi'ne yıllardır uyguladığı silâh satma yasağını kaldırması sıradan ve basit bir hamle değildir. Tıpkı, Yunanistan'la Türkiye arasında tesis olunan 10 adet Amerikan üsslerinin çok mâsum olmayışı gibi.. Üstelik, Güney Kıbrıs'taki silâhlı güçlere, B. Amerika'nın New Jersey eyaletince eğitim verileceği açıklaması bir başka diplomatik kurnazlık ve hile..
*
Bu vesileyle, Kıbrıs Meselesi konusundaki bilgilerimizi yenilememizde fayda olabilir: Ankara Hükûmeti, Temmuz-1923'de, yani 99 sene önce imzalanan Lozan Andlaşması'yla Kıbrıs'ı, 'Türkiye Devleti, Kıbrıs'ı bir İngiliz adası olarak telâkki eder..' kaydıyla terk etmişti.
1923 öncesindeki yöneticileri, 'Vatanı satan hainler' diye yaftalayan yeni rejim, Kıbrıs gibi bu kadar stratejik önemi haiz bir coğrafyadan vazgeçiyordu.
27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi'nin sorumluları olan TSK liderlerince 1961 Eylûlü'nde idâm olunan merhûm Başbakan Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu'nun 1959-60'larda imzaladıkları Londra ve Zurich Andlaşmaları'yla ise, İngiltere, Türkiye ve Yunanistan'ın üçlü ortak garantörlüğü'nde Kıbrıs Cumhuriyeti oluşturulmuştu. Bu devletin bütün yönetim kadro ve mekanizmalarında, 3'te 2 Rum, 3'te 1 Türk bulunacaktı. Devlet Başkanı Rûm, Başkan Yardımcısı ise Türk olacaktı. Nitekim, Başpiskopos Makarios C. Başkanı, Dr. Fâzıl küçük (ve o ölünce Rauf Denktaş) C. Başkanı Yardımcısı oldular.
Ama, Makarios, Tükiye'de Adnan Menderes'in idâmının iç zaaflarından istifade etti ve adanın Yunanistan'la birleştirilmesi (ENOSİS) hedefine hizmet için EOKA isimli terör örgütüne işlettiği cinayetlerine hız verdi.
O cinayetlere, Başbakan İsmet İnönü'nün, Ağustos-1963 başında yaptığı askerî müdahale ve hava bombardımanlarıyla karşılık vermesinden sonra, Kıbrıs'taki ortak hükûmet toplantılarına Türk tarafı katılmadı.
Halbuki, ortada uluslararası hukuk açısından devlet diye nitelenen bir diplomatik yapı vardı.. Makarios o devletin başkanıydı ve Türk tarafı onun başkanlığındaki hükûmet toplantılarına katılmıyordu. Makarios da, BM. Genel Kurulu'na başvurarak, Türk tarafı katılmadığı için çalışamayan hükûmet mekanizmasının çalışabilmesi için, Rûm tarafını, Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti'ni -geçici olarak- tek taraflı temsil etmesinin kabul edilmesini istedi ve Mart-1964'de BM Genel Kurulu bu talebi kabul etti.
Ve yazık ki, İsmet İnönü Türkiyesi'nin Kıbrıs'ta 1963'lerde, Makarios'un diplomatik hamlelerine karşılık veremeyişi yüzünden, bugün kurucularından olduğumuz Kıbrıs devletiyle uğraşmak noktasındayız.
O günden beri, -biz Güney Kıbrıs Rum Yönetimi desek de-, uluslararası hukuk açısından ortada, bir Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti var ve o devleti hâlâ da o Rum tarafı temsil ediyor! Yunanistan'da 1967'den beri iktidarı ele geçiren Albaylar Cuntası'nın Nikos Samson isimli bir has adamı, 1974 Temmuzu'nda Makarios'u darbe ile devirdi, Makarios İtalya'ya kaçtı. Adanın Yunanistan'la birleşmesine 1 adım daha yaklaşıldı.
Türkiye o sırada Kıbrıs'a garantörlük hakkını kullanarak, askerî müdahalede bulundu ve Kuzey'deki bugünkü kısmı kontrolü altına aldı. Türkiye'nin bu müdahalesi karşısında çaresiz kalan Yunanistan'daki 7 yıllık Albaylar Cuntası çöktü ve Makarios da Kıbrıs cumhurbaşkanlığı vazifesine geri döndü. Biz her ne kadar hâlâ da, Güney Kıbrıs Rûm Yönetimi diyorsak da, 'Kıbrıs Cumhuriyeti' ismiyle bir devlet, işte böyle, uluslararası andlaşmalar yapıyor, Türkiye'yi 'oldu-bitti'lerle sıkıştırmaya çalışıyor.
Kuzey Kıbrıs'da, 1983'te varlığını ilân eden Kuzey Kıbrıs Türk Devleti'ni ise, Türkiye'den başka kabul eden yok.. Kabul etmek isteyen devletler de, 'illegal oluşları kabul edilmesini suç sayan' uluslararası hukuk kuralları adına suçlanabiliyor. Bu yüzden Başkan Erdoğan'ın BM Genel Kurulu'nda geçen ay yaptığı, 'Kuzey Kıbrıs Türk Devleti'nin tanınması çağrısı'na, başlarının ağrımasını istemediği için hiç kimse karşılık vermedi.
Ve şimdi, Biden Amerikası'nın, iki sene önce öncelerde, 'Türkiye'de muhalefetle işbirliği yaparak, Erdoğan'ı iktidardan uzaklaştırmak' şeklinde açıkladığı şeytanî planın tatbikata konulduğu görülmektedir. Bu durum basit bir diplomatik sürtüşme değildir; kılıçlar çekilmiştir. Kuklacı başı da Amerikan emperyalizmidir.
Dış düşmanla uğraşabiliriz, ama, içerdeki muhalefete ve hele de onlara paspas olmayı kabullenenlere söyleyecek söz bulmakta zorlanıyoruz.