Güzel ve müthiþ bir ay baþladý... Bu Ramazan ayý Türkiye için hatta Ýslam alemi için göreceksiniz çok doðurgan geçecek. Türkiye, yeni bir cumhuriyetin ilk adýmýný bu ay þekillendirecek. Bu açýdan çok umutlu olduðumu söylemeliyim.
Zaten bunun iþaretlerini ve geliþmelerini her gün görüyoruz.
Cuma günü, Kanal 360’da Reyhan Baysan ile yaptýðýmýz ‘Referans 360’ Programý’nda iki genç üniversite öðrencisi kardeþimizi konuk ettik. ÝTÜ öðrencisi olan Eren Durkaya ve Ümit Yelken... Bu genç kardeþlerimiz ABD-Texas’da yapýlan Cansat üniversiteler arasý teknoloji yarýþmasýna kurduklarý Arýsat takýmý ile katýlmýþlar ve yaptýklarý uydu projesi ile birinci olmuþlar. ABD ve Avrupa üniversitelerini geride býrakan ÝTÜ-Arýsat Takýmý’nýn uydu simülasyonu, diðer yarýþmacýlarý aþan bir çok yeni teknolojiyi içeriyormuþ.
Bu birincilik spesifik olarak þunu söylüyor; Türkiye, çok yakýnda, uzayda dolaþan bir çok geliþmiþ uydudan daha donanýmlý uydu ürettiði gibi bunlarý uzaya kendi platformlarýndan fýrlatacak. Týpký Ýnsansýz Hava Aracý (ÝHA) teknolojisinde olduðu gibi...
‘Bizim Çocuklarýn’ ispat ettikleri...
Ancak bu çok önemli birincilik genel olarak þu hipotezi (varsayýmý) ispatlanmýþ tez haline getiriyor: Ýçinde bulunduðumuz yüzyýl, büyük bir eþitlenme yüzyýlýdýr. Bu yüzyýlda, bir önceki iki yüz yýl boyunca geriye düþen doðu ve güney toplumlarý, hýzla yukarý çýkacaklar ve batý ve kuzey toplumlarýna yetiþeceklerdir. Artýk teknoloji, küresel kamusal bir üretim faktörüdür. Teknolojiye býrakýn eriþmeyi, teknolojiyi artýk geliþmekte olan ülkeler de, geliþmiþ ülkeler kadar -hatta onlardan daha fazla- geliþtirecekler, bulacaklardýr. Bu tezi, belki altý yýldan daha fazla her vesileyle yazýyorum ve anlatýyorum. Bir sosyal bilimcinin kýsa ömründe öne sürdüðü bir varsayýmýn ispatlanmasý pek rastlanýr durum deðildir.
Bu sistem böyle devam etmeyecek, baþka bir þey olacak dersiniz, bu bir varsayýmdýr; bunun ispatlanmasýný da görmeyi pek ummazsýnýz... Ama inanýrsýnýz, çünkü akýl dýþý olan her þey yýkýlýr; yerine daha ‘akýllýsý’ gelir. Ancak yine de sizin hipoteziniz, yýkýlacak dediðiniz yýkýlana kadar, ispatlanmýþ bilimsel bir tez sayýlmaz. Ancak, 21. yüzyýlda, büyük bir eþitlenme yaþayacaðýz, eskiden teknolojiye ve buna baðlý refaha ulaþamayan toplumlar buraya ulaþacak derseniz bu pek maksimalist (tümü amaçlayan) bir hipotez deðildir ve iþte bir bakarsýnýz, sizin çocuklarýnýz tam da bunu ispatlayan bir iþ yapmýþ. Ve anlarsanýz ki, bunun arkasý çorap söküðü gibi gelecek... Ýþte , tam bu noktada, þu o çok bildik mutluluk ve varmýþlýk cümlesi dökülür sessizce dudaklarýnýzdan; ‘ çok þükür, çok þükür bu günü de, bu çocuklarý da gördüm... Ýþte ben cuma günü, inanýn Eren ve Ümit’i görünce, içimden bu cümleyi söyledim ve bu duygularý yaþadým...
Juncker ve Ýhsanoðlu...
Ama bununla da bitmiyor; bu hafta, salý günü AK Parti’nin Cumhurbaþkaný Adayý’ný açýklamasýyla baþlayacak yeni sürecin bir çok iþaretini, hem yukarýda anlattýðým gibi, olumlu ve umut verici yönüyle hem de, zor ve olumsuz yönüyle gördük... Zor ve olumsuz olan geliþmeden baþlayayým; AB Komisyon Baþkanlýðýna, Nazi destekçisi ve Almanya’nýn adayý Jean Claude Juncker’in gelmesi kesinleþti.
‘Eðer AB komisyonu Baþkaný olursam, Türkiye’ye 5 yýl kapýlarý kapatacaðým’ diyen bir faþist, þimdi Barroso’nun yerine, AB Komisyonu Baþkaný oluyor. Portekizli bir baþkandan Luxemburglu Alman-Fransýz karýþýmý faþist baþkana düþen AB artýk Juncker’le birlikte bitmiþtir. Bu durumda Ýngiltere, ayrýlma kartýný devreye sokar mý bilemem ama Türkiye, Baþbakan Erdoðan’ýn geçen hafta söylediði gibi, AB, 15. Fasýl olan Enerji ve 31. fasýl olan Dýþ Güvenlik baþlýklarýnda Türkiye’yi oyalamaya devam ederse, Türkiye, yeni bir birliðin kapýlarýný, Erdoðan’ýn Cumhurbaþkanlýðý döneminde, hiç þüphesiz açacaktýr.
Bu arada þunu da söyleyelim; AB Komisyonu Baþkaný olarak Juncker’i aday gösterip seçtiren sermaye kesimi ile Türkiye’de Ýhsanoðlu’nu CB Adayý gösteren sermaye çevreleri paraleldir. Ama Türkiye’de Juncker seçiminde olduðu gibi, baþarýlý olamayacaklar, adaylarý seçilemeyecek.
Bu sermaye çevrelerinin, þu sýralar, yalnýz Türkiye’de deðil ABD’den AB’ye kadar nasýl bir týkanmýþlýk içinde olduðunu, þu günlerin güncel konusu, Irak petrolleri mevzu ile örnekleyip anlatalým isterseniz...
Oramiral Edmon Slade hâlâ yaþýyor...
Ýngiliz Deniz Kuvvetleri’nde 1918 yýlýnda petrol uzmaný olarak çalýþan Oramiral Edmon Slade, 29.7.1918 tarihinde, Ýngiliz Genelkurmayý’na Musul Vilayeti’ni ve buradaki petrol kaynaklarýný özel olarak inceleyen bir rapor sunar.
Bu raporda, Ýngiltere’nin Ýran ve Mezopotamya’yý kesinlikle denetim altýna almasý vurgulanýyor ve Musul Vilayeti’nin petrol açýsýndan stratejik önemine dikkat çekilerek bu bölgenin kesinlikle, denetim bile deðil, fiili olarak iþgal edilmesi gerektiði yazýyordu. Nitekim, 30 Ekim 1918’de Osmanlý ile imzalanan Mondros Ateþkesi’nin 7. ve 16. maddeleri Musul iþgaline cevaz veriyordu.
O zaman Ýngilizler, bölgedeki etnik ve mezhepsel ayrýmlarý da dikkate alarak, yerel konseyler geliþtirmiþler ama bunlarý Ýngiliz Yüksek Komiserliði’ne baðlamýþlardý. Bu, bir bakýma Osmanlý’nýn, dayatmayan ve bölgesel çeþitliliði yaþatan, kýsmi özerklik içeren politikasýnýn devamý idi. Bu tarihten sonra bölge, Fransýz, Ýngiliz ve sonra da ABD çekiþmesinin merkezlerinden birisi olmuþ, Türkiye, Lozan’da bölgeden dönmemek üzere tasfiye edilmiþtir. Bölgeye ABD’nin ilgisi daha 1920’de baþlar; ABD Dýþiþleri Bakaný Colby, 20 Kasým 1920’de Lord Curzon’a gönderdiði mesajda þöyle diyordu; ‘ Mezopotamya’nýn bilinen kaynaklarý, Amerika kamuoyunun da ilgisini çekmektedir. Bu gerçeði göz ardý edemeyiz.’
Ýkinci Savaþ ve sonrasý dahil bölgede olanlarý, Türkiye’nin yediði kazýklarý biliyorsunuz; burayý atlayarak güncele gelelim...
Þu 1997 Yýlý...
1997’de Clinton döneminde bir Beyaz Saray raporu var; raporda; Hazar Enerji Havzasý ve Kafkasya-Ortadoðu enerji kaynaklarý konu ediniyor. Çok ilginç olarak rapor, ABD’nin enerjide bugün geldiði kendi kendine yeten durumunu-sanki- tespit ediyor ve bölge kaynaklarýnýn, Rusya’nýn etkisinin kýrýlmasý baðlamýnda, artýk dünyalaþmasý gerektiðine iþaret ediyor. Buradan hareketle Hazar, Kafkasya ve Ortadoðu kaynaklarýnýn Türkiye üzerinden dünyalaþmasý gerektiði, bunun için de Türkiye’nin istikrar ve demokrasi için desteklenmesi vurgusu yapýlýyordu. Bu olmazsa, bölgede radikal akýmlarýn terörü ortaya çýkartarak, dikta rejimlerini ve iç savaþlarý besleyeceðini bunun da Rusya’nýn ve Ýran’ýn iþine yarayacaðý belirtiliyordu. Bu raporun tarihi 1997; Türkiye’de 28 Þubat Darbesi’nin olduðu, Türkiye’nin doðusunun da faili meçhullerle, köylülere yapýlar zulümle bir Kürt-Türk iç savaþýna sürüklendiði tarihler... Yani, Demokratlar’ýn bu raporunda yazýlanlarýn olmamasý için birileri, ABD’den AB’ye oradan Türkiye’deki yandaþlarýna kadar harekete geçmiþ... Bunlarýn kim olduðunu biliyorsunuz artýk... Tabii yalnýz Türkiye’de deðil, ABD ve Dünya’da da o tarihten sonra, 2001 Kule saldýrýsýndan Irak iþgaline kadar, bu geliþmeleri boðacak bir sürü ‘þey’ oldu.
Türkiye, tam þimdilerde, yeni bir geniþleme ve barýþ birliði için yeniden ayaða kalkýyor. Mondros ve Lozan’la býrakmak zorunda kaldýðý enerji ve pazar alanlarýna yeniden ulaþýyor. Bunun için de, yine dünyada da müthiþ bir kapýþma var. Ama biz 1997’de yaptýðýmýz hatayý yapmayacaðýz. Yeni demokratik bir Cumhuriyet kuracaðýz ve bunu da salý günü ilan edeceðiz. Bütün bölge halklarýna þimdiden hayýrlý olsun, kutlu olsun!