Önümüzdeki maçlara bakıyoruz!

Bu yazıya otururken kafamda evirip çevirdiğim cümle şuydu: “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak...”

Eski Türkiye’den sıdkı sıyrılmış kahir ekseriyet için “açıklayıcı” ve manidar bir cümle.

Nicedir alışık olmadığımız şeyler oluyor ülkede...

İyi şeyler oluyor...

Eski Türkiye’nin cehenneminden geçmiş olanlar, ne demek istediğimi anlayacaklardır ve bu “alışık olmadığımız şeyler”in altını dolduracaklardır.

Kürtçe şarkı söylemenin bile ağır yaptırımlara bağlandığı çirkin, tahammülfersa, yaşanmaz bir Türkiye’ydi geride kalan...

Düşüncelerinizle ve yaşam biçiminizle var olamazdınız...

İnanç tercihleriniz doğrultusunda kendinizi gerçekleştiremezdiniz.

Sokak başını tutmuş tanklar, polis panzerleri, asker süngüleri... Faili meçhule kurban gitmiş binlerce insan... Ülkenin doğusunda sürdürülen vahşi iç savaş... Bayındır olmayan kentler... Kasvetli kasabalar... Yüzde 150’lere varan enflasyon... Faiz sarmalı... sistematik devalüasyon... Bol sıfırlı ve değersiz banknot... Hastane kuyrukları... Yasaklı kitaplar... Yasaklı filmler...

İlaveten açlık ve yoksulluk...

Böyle bir Türkiye...

Bu satırların yazarı, yaşadığı hayat dilimi içinde iki tam, bir yarım darbe gördü... Onlarca muhtıraya tanık oldu. Üç kez gözaltına alındı. İki kez siyasi şubede darp edildi... Kitaplarını yakmak zorunda kaldı...

IMF tarafından “kurtarıcı” olarak gönderilen müstemleke memurlarının, hazineden gasp ettikleri 40 milyar dolarla ellerini kollarını sallayarak çekip gittikleri ve “kurtarıcı” misyonlarını sürdürdükleri bir Türkiye...

Bu müstemleke artıklarını, en son, “Cumhurbaşkanı adayı” piarında gördük ve hiç şaşırmadık.

Hiç şaşırtmadılar bizi...

Sevindirici haber şu: Eski Türkiye’yle birlikte onlar da tarihe karıştılar... 11 Ağustos itibariyle “yok” hükmündeler.

İşte eski Türkiye’yle birlikte gömülen “eks” listesi:

Listenin başında “Kürt” mutfağından yemememizi, Kürt bakkaldan alışveriş yapmamamızı, Kürt mamulü kebap ve lahmacuna yumulmamamızı söyleyen Türk Solu dergisini görüyoruz.

Peşinden, “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz” pankartlarının altında yürüyen liberaller geliyor... Hrant Dink öldürüldüğünde “Hoş gidişler ola” başlığını kullanan Türk Solu dergisini aynı safta duruyorlar. Birbirlerine çok yakışıyorlar.

Bakıyoruz ve “Sen ne korkak bir o... ç...’sun” diyen psikiyatr Cem Mumcu’yu görüyoruz. Ona, “Sonun Menderes gibi bile olmayacak. Sürüneceksin” diyen Barış Yarkadaş eşlik ediyor.

Kambersiz düğün olur mu?

Türkiye’yi El-Kaide örgütüyle ilişkili göstermek için elinden gelen her melaneti sergileyen paralel gazeteci de, “Bu rezilin muhterem annesi iyi ki bugünleri görmeden vefat etmiş de nasıl bir evladı olduğunu görme ve kahrolma zulmünden kurtulmuş” tweetiyle  kafa çıkarıyor.

Tabii “Erdoğan’dan Nefret Edenler Kulübü”nün çaresiz üyeleri: Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Şahin Alpay, Bedri Baykam, Yekta Güngör Özden, Emin Çölaşan, Ruhat Mengi, Mümtazer Türköne, Fazıl Say, Ertuğrul Özkök, Mehmet Yakup Yılmaz, Hikmet Çetinkaya, Ergun Poyraz, Zekeriya Öz, Mustafa Altıoklar, Ahmet Turan Alkan, Ömer Laçiner, Murat Belge...

Kemal Kılıçdaroğlu ve avenesi...

Devlet Bahçeli ve avenesi...

Doğu Perinçek ve avenesi...

Sol görünümlü bilumum faşist partiler, mevkuteler ve sivil toplum örgütleri...

Mahalle değiştirmiş “Yozgatlıları” anmadan olmaz: Yozgatlı Ekmeleddin İhsanoğlu, Yozgatlı Ekrem Dumanlı, Yozgatlı Ahmet Hakan Coşkun, Yozgatlı Taha Akyol, Yozgatlı Mustafa Akyol... (Bu “dörtlü”nün dışındaki Yozgatlılar yeni Türkiye’nin inşasında önemli katkılarda bulundular, hakkaniyet gereği bunu da belirtelim.)

Düne kadar kanlı bıçaklı olan ve birbirlerini kumpasçılıkla suçlayan mevkuteler de aynı kaybedenler kulübünün üyeleri; Hürriyet’iyle, Sözcü’süyle, Zaman’ıyla, Bugün’üyle, Taraf’ıyla,Cumhuriyet’iyle, BirGün’üyle, Evrensel’iyle, Türk Solu’yla, Yeni Çağ’ıyla, Leman’ıyla, Pengueni’yle...

Ülke önemli bir badire atlattı...

Büyük bir mücadele verildi...

Şimdi önümüzdeki maçlara bakıyoruz...

Güçlü ve daha yaşanabilir bir Türkiye için... “Çikolatalı pasta” için...