Onurlu duruş ve derin alçalma

Önce Başbakan’ın onurlu duruşunu değerlendirmeliyim. Sonra Kürkçü’nün sefaletini. Kürkçü’nün sefaleti, HDP’nin Türkiye’ye yabancılaşmasını da dikkate aldığımızda müstakil bir yazıyı hak ediyor ama Başbakan’ın AKPM’deki duruşunu ona heba etmek istemem.

Evet, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde bir Türk Başbakanı izledi dünya.

Sonunda CHP adına Başbakan’ı tebrik eden Deniz Baykal ve İlhan Kesici’yi heyecanlandıracak ölçüde bir onurlu duruş sergilendi orada.

Türkçe konuştu. Çünkü Türkçe’nin bu platformda resmi dil haline gelişi için düzenlenmiş bir programdı bu.

Türkiye’den yığınlarca jurnal dosyasının yöneldiği bir yerdi Avrupa. Avrupa gelsin, Türkiye’yi, Tayyip Erdoğan’ı ve Ak Parti Hükümetini dövsündü.

Ve işte o Hükümet adına Başbakan Ahmet Davutoğlu, ellerine düşmüştü. Kimbilir nasıl tokatlar yiyecekti Davutoğlu orada, hem kendi adına hem Tayyip Erdoğan adına. Eminim ki birileri Türkiye’de pusuya yatmış, kulaklarını kabartmış oradan tokat sesleri duymayı beklemekteydi.

Ne oldu?

Hiç de savunma psikolojisine girmeden, ister mülteciler konusunda, ister terörle mücadele konusunda, ister yeni anayasa arayışları konusunda hem kendi adına hem Cumhurbaşkanı adına durdukları yeri özgüvenle, onurla, itiraza fırsat vermeyecek sağlam bir muhakeme içinde ve Avrupa’nın anlayacağı dille konuştu Başbakan.

“Mülteci meselesinde dünyada bir insanlık sınavı yapılsa bu sınavı geçecek yegane ülke Türkiye’dir” derken, Avrupa’nın mülteciler konusundaki yalpalamalarını bilen ve adeta “Var mı itirazınız?” sorusunu yüreklere taşıyan bir insandı. “3 milyon Suriyeli’yi bağrına basan bir ülkeyiz. 150 bin Suriyeli çocuk doğdu ülkemizde. Ne diyorsunuz siz, böyle bir ülke 20 Suriyeli kadını mı geri gönderecek?” diye sorarken, adeta “kendinize bakın bir” uyarısını yapan insandı.

Bizim siyasi liderlerimizin bu özgüvenini seviyorum.

Buna Tayyip Bey“Diklenmeden dik durmak” mı diyordu?

Onun da Batı kibri karşısında bu ülkenin onurunu teslim babında, 13 Nisan 2011 tarihinde yine bir AKPM’de, bu defa Başbakan iken eli cebinde konuştuğu ve Fransız parlamentere “Fransızsınız ve bu işlere de Fransız kalmışsınız” dediği günü hatırlıyorum.

Avrupa ile ilişkilerde tüm bu münasebetlerin normalleşeceği günler gelecek. Avrupa’nın ayağı yere basacak, bir gün, yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle “Avrupa’nın Türkiye’ye ihtiyacının Türkiye’nin Avrupa’ya olan ihtiyacından daha fazla olduğu” görülecektir.

Ertuğrul Kürkçü hikayesi...

Sömürge aydını zamanından kalma bir hikaye onunkisi. Neresinden bakılsa dramatik. “Kürtleri temsil” gibi bir rolün ona verilmesi kadar Kürtler için azap niteliğinde bir tavır olamaz. HDP’ye sözümona “Solu temsil” hüviyetiyle girdi, ama solu temsil ediyor olması da sol için azap diye nitelenebilir.

HDP denen yapı, marksistleri de getirip monte etti Kürt siyasi hareketine, LGBT’yi de, Ezidileri de...

Garip olan orada kimi “İslamcı” arkadaşların da bulunuyor olması.

Ertuğrul Kürkçü, AKPM’deki çıkışı ile, HDP’nin geldiği “Türkiyesizleşme” politikasının tipik yansıması oldu. Bu, öylesine bir “Türkiyesizleşme”, yani yabancılaşma ki, “Türkçenin resmi dil olarak devreye girdiği” bir toplantıda İngilizceyi iletişim dili olarak kullanmayı tercih ediyor. O bir yana, sorduğu sorunun muhtevası da, o toplantıdaki en katı Türkiye karşıtlarından daha gaddarane ve daha gerçeği saptırıcı bir nitelik arz ediyor. Yazık demeye bile yazık. Yazık demenin içinde bile bir iyilik beklentisi var da o gerçekleşmemiş gibi görünüyor. Başbakan bu duruşun sefaletini ne güzel açıkladı: “Eğer Şırnak devlet hastanesi terör örgütü tarafından bombalanırken orada bir yakınınız olsaydı, Sur’da bomba düzenekli hendeklerin yanından okula gitmek zorunda olan bir çocuğunuz olsaydı.... Onlara gerilla değil, alçak teröristler derdiniz.”

Son söz: Başbakan’ı yürekten kutluyorum ve Kürkçü için ona oy verdirilen Kürt kardeşlerim noktasından içim acıyor.