‘Öp beni alnımdan; sen öp, seccâdem..'

Merhûm Necîb Fâzıl, ruh dünyasındaki derin deprem ve değişimi anlattığı şiirlerinden birinde böyle der: 'Beni kimsecikler okşamaz mâdem; / Öp beni alnımdan, sen öp, seccâdem..'

Seccâde, 'secde' kökünden gelir ve Müslümanın üzerinde namaz kıldığı halı, kilim, bez ve hattâ kâğıt da olabilir.

Secde ise, Rabb'ine ibadet eden inanç insanının, Rabb'i huzurunda ve sadece O'na ibadet ve kulluk edeceğine ve yalnızca ondan yardım isteyeceği'ne dair, 'iyyâke na'budu ve iyyâke nestaîn..' diye söz verişi ve onun huzurunda eğilmesi rükûu ve sonra da, sembol bir nişâne olarak alnını yere koyuşu... Bu, biyolojik bir refleks hareketi gibi algılandığında belki farkına varılmaz. Ama bunu yapan mümin, başka bir gücün huzurunda eğilecek olursa, o zaman, bu secdeyi hatırlar ve 'Ben Allah'tan gayrisi huzurunda eğilmem, secde etmem..' der. Bu, en sade Müslümanın bile, çocukluğundan beri öğrendiği, idrakine nakşettiği bir tek ilâh, tek Rabb inancının onun bünyesindeki yaptırımıdır.

(Bu secde meselesinin çok sıradan basit bir hareket olarak algılanamayacağına en çarpıcı örnek olarak, psikiyatrinin Alfred Adler ve Sigmund Freud'la birlikte son 100 yıldaki üç büyük isminden biri sayılan İsviçreli Carl Gustav Jung'un bir secde hâtırasını da kısaca aktarmakta fayda var. Çünkü Jung, 'secde'nin mahiyetini, insan psikolojisindeki, ruhiyatındaki tesirini anlamak için kendi bedeninde yaptığı secdeyi anlatır. Jung, Kuzey Afrika'da bir Şazelî Tarikatı'nın âdetlerini, ibadetlerini ve kendilerine mahsus bazı sembolik söz ve davranışlarını incelerken.. Bir gün Müslümanlarla birlikte namaza durur ve secde etmenin insan psikolojisindeki etkisini anlamaya çalışır.. Ve amma, tam secdeye gidildiğinde, 'alnımın yere değmesine 1 santim kalmış veya kalmamıştı ki, başımı hemen geri çektim..' der.. Yani, dünyaca ünlü koskocaman bir psikiyatri üstadının secde edeceği sırada, alnının yere değmesinden dehşete kapılmışçasına başını hemen geri çekmesi, üzerinde ayrıca düşünülmesi gereken bir konudur.)

Secde üzerine bu kadar değinişimizin sebebi, bugünlerde 'seccâde' konulu bir atışma devam edişindendir.

Şöyle ki, KK Bey'in C. Başkanı adayı olarak ilân edileceği '6-7'li Masa toplantısı'nın ev sahipliği sırasını SP'ye denk gelecek şekilde ayarlayan ve üstelik Şa'ban ayının 15'ine, 'Leyle-t-ul'Beraet / Beraet Gecesi'ne denk getiren, 'mübarek bir gecede, mübarek bir karar alındığı' gibi bir mesaj veren ve Kemalist- laikleri orada, 'Biz, biz.. Atatürk'ün askerleriyiz..' çığlıkları atmasına vesile olan Temel Bey, İstanbul- Yenikapı'da bir iftar vermiş evvelki akşam, siyasetteki yeni yol arkadaşlarına..

Böyle iftarlara, sadece oruç tutmayan /tutamayan Müslümanlar değil, İslâm'la araları hoş olmayan ve hattâ İslâm'a âlenen savaş açmış tipler de gelirler..

Burada da öyle olmuş galiba.. Çünkü 15 Temmuz 2016'daki kanlı ve hain askerî- sivil karışımlı isyan ve darbe teşebbüsü sırasında, gece yarısı ezan okunarak halkın uyandırılmasına bozulan ve 'Tekbir getirerek mi demokrasi mücadelesi.. İnandığınız Allah'ınız sizin de belânızı versin..' diye tweet atan bir siyasetçi de gitmiş bu iftar davetine.. Zaten Kılıçdaroğlu'nun 'ideolojik aküsü' olarak nitelenen birisi o.. Yani, KK Bey'in konuşmalarında bir yalpalama olursa, 'akü' zayıfladığındandır diyebilirsiniz..

Ve 'İftar'dan sonra ortaya bir tuhaf görüntü de yansıdı.. Kılıçdaroğlu, kalabalık bir yerde değil, lokantanın muhtemelen 'iftar'cılar için ayrılmış olan, yerlerde serili halı ve seccâdelerden anlaşılan bir bölümüne geçmiş, yanındaki üç hanımla bir arada bir fotoğraf çektirmiş.. Ancak hem KK Bey, hem de hanımlar ayakkabılarını çıkarmadan girmişler o mekâna.. Üstelik de, Kılıçdaroğlu, tam da oradaki tek seccâde üzerine gelecek şekilde yerini almış o fotoğraf çekiminde ve ayakkabılarıyla seccâde üzerinde durduğu nokta da, namaz kılanların alınlarını yere getirdikleri işaretli avuç içi kadar bir alan..

Haydi, KK Bey fark edememiş, o üç hanımdan hiç birisi de mi seccâde üzerine ayakkabıyla basılmakta olduğunu fark etmemişler; yoksa hiç mi bilmiyorlar ya da öyle bir hassasiyetleri mi yoktur, her ne ve nasıl ise!. Hattâ, fotoğraf çeken bile, o basit hatırlatmayı yapabilirdi.. Ama ortaya tatsız bir siyasî tartışma /polemik havası çıkıverdi.. İnsan biraz bakar etrafına, nerede olduğuna, durduğuna..

Bu sahneyi gören kim olursa olsun, o seccâdeye ayakkabısıyla basan kişi de kim olursa olsun, gerekli ikazı yapardı.. Ama sadece Kemal Bey değil, yanındakiler de aynı kumaştan demek ki..

Şimdi, bu sahneden ciddî olarak rahatsız olanlar olduğu gibi, sırf siyasî rakibine vurmak için pusuda bekleyenler de elbette bu polemik havasına girerler. Nitekim, KK Bey de, hattâ doğru-dürüst araştırmadan, topluma gerçek diye sunduğu ve sonra gerçek olmadığı ortaya çıkan, özensiz iddiaları yüzünden mahkemelerde tazminat ödemelere mahkûm olmamış mıydı?

Böyleyken, hemen bunu topluma yansıtanların kötü niyetinden söz etmek doğru mudur?

Gönül isterdi ki, herkesten önce bizzat Kemal Bey, oraya girer girmez, hele de 'seccâde'yi görmeli ve görür -görmez, 'Burada namaz kılındığı anlaşılıyor..' deyip, ayakkabılarını çıkarmayı akletsindi.. Üstelik de, kendi ortaklarından birinin aylardır, 'Halkın oy vermeyeceği bir aday olur ' diye ve hattâ bunu 'âlevî' oluşuna hamlederek, adaylığına karşı çıkılan bir KK Bey, daha bir dikkatli olmalıydı..

Kaldı ki, 'Seyyid', yani, Hz. Peygamber (S) neslinden geldiği' iddialarının yazıldığı broşürler yayınlatan bir kişinin seccâde konusunda bu kadar basit bir refleksinin bile olmamasına üzüldüm.

Şimdi KK Bey, ortaya saçılan bu olumsuz görüntüden samimi olarak üzüntü duyduğunu beyan ettiğine ve kalblerde olanı okumak yetkimiz de olmadığına ve İslâm şeriati de zâhire göre hükmeder..' ölçüsü esas alındığında KK Bey'in üzüntü beyânı üzerine haydi konuşmayalım, diyeceğim de.. Keşke, ailesinin, çocuklarının da bu konularda son derece hassas ve saygılı olduklarını anlatırken, 1-2 örnek zikredip, meselâ, Müslüman hanımların tesettür ve başörtüleri için, 10 yıl öncelerde, '1 metrelik bez parçasıdır..' diye konuştuğunda, annesinden, refikası hanım efendiden, çocuklarından bir ikaz aldığını da zikredebilseydi..

Ama mesele sadece KK Bey'in şahsından kaynaklanan bir hassasiyet ve eleştiri değil.. KK Bey'in lideri olduğu parti, 100 yıl önceki liderlerinden yana -belki 1-2'si müstesnâ- halkın inanç dünyasından tamamen habersiz idiler demiyorum; hattâ yabancı matbuat/ medya organlarına taa 1930'larda verdikleri mülâkatlarda açıkça, 'Ben bütün dinlerden nefret ederim..' diyen tiplerdi ve ömürleri, ideolojilerini üzerine oturttukları laikliğin de en katı totaliter örneklerini sergileyerek geçmişti.

Daha ilginç olan bir diğer konu ise, KK Bey bile özür dilerken, onun goygoycuları, onu aklamaya çalışmak adına, sanki seccadeye kutsal diyen varmış gibi, 'seccâde'nin neresinde kudsiyet var?' gibi lafları kendileri uydurup, onun üzerine yalanlar bina etmeye çalışmaktadırlar ki, onlara söylenecek sözü bulamaz insan.. Eğer üzerine namaz kılınan halılar, seccâdeler kutsal olsaydı, Müslümanlar kutsala boğulurdu. Çünkü ibadethanelerde, evlerde ve işyerlerinde milyonlarca halı ve seccâdelerimiz vardır ki, sadece 'şer'î açıdan temiz olmaları'na dikkat edilir. Ve bizler de namaz kılarken, seccâde ayağımızın altındadır ama ayakkabılarımızın altında değil.. Ayrıca, hele de alnın yere konulduğu yere basmamak gibi bir psikolojik refleksimiz vardır. KK Bey ise, ayakkabılarıyla seccâdenin tam da, secde olunan yerinde, beşüş bir çehreyle poz veriyor.

Umulur ki, bu kadar ap-açık bir konuda bile bu kadar falsolar yapan bir kişi, C. Başkanlığı'na aday olmanın sorumluluklarını sadece siyaset arsasında değil; böyle derin milletin inanç, duygu ve davranışlarına da aykırı düşmemek dikkatini gösterir.