12 Mart darbesini hatýrlýyorum. Ýlkokul üçüncü sýnýf öðrencisiyim. Radyodan “Silahlý Kuvvetler Bildirisi” okunuyor. Bunun ne anlama geldiðini yýllar sonra idrak edeceðim.
Henüz siyah-beyaz bir Türkiye... Ya da bana siyah-beyazmýþ gibi geliyor.
Babam, saatlerce radyo baþýnda oturur, pür dikkat, ajans haberlerini dinlerdi. “Ajans” korkutucu bir sözcüktü. Kesik kesik düdük sesiyle (ajans anonsuyla) birlikte kalabalýk evimize bir sessizlik çökerdi.
Sonra efsane “Deniz Gezmiþ” haberleri; þurada görüldü, burada kýstýrýldý, son anda kaçtý, vs...
Ýnsanüstü bir varlýktan söz edilirmiþ gibi gelirdi bana; denizlerde gezebilen, alt edilemez, ele geçirilemez bir masal kahramaný. Muhafazakâr evimizdeki imajýyla korkutucu bir kahraman ama...
Sonunda yakalanacak, idam edilecek ve “insan”a dönüþecektir.
Evimize giren tek gazete Tercüman’da “ordunun kurtarýcýlýðýna” iliþkin haberler... Kýrgýn gülümsemesini gizleyemeyen devrik Baþbakan Süleyman Demirel... Siyah gözlüklü ürkütücü Memduh Taðmaç. Ve siyah gözlüklü baþka adamlar. Ýsmet Paþa’nýn
karþýlýksýz ve mesnetsiz salvolarý. Kara Orkun. Eski Bir Pehlivan Anlatýyor. “Anahtar Deliði”nde muhtýra kulisleri... “Bir Nesli Nasýl Mahvettiler?” Ali Elverdi Paþa anlatýyor. Muhsin Batur’un uçaklarý... Kýzýldere...
E-muhtýra döneminde düþünmüþtüm:
Demirel TSK’nýn muhtýrasýna direnseydi ne olurdu?
Muhtýra açýk darbeye dönüþür müydü?
Demirel’in muhtýraya direnme þansý “galiba” yoktu. Þartlar müsait deðildi. Sivil alaný hâlâ devlet örgütlüyordu. AP milletvekili Hasan Korkmazcan’ýn, sonradan “âdeme mahkûm edilecek” haysiyetli çýkýþýný saymazsanýz, muhtýraya karþý en küçük bir çatlak ses duyulmuyordu.
Memleket meselelerine kafa yormaya baþladýðým yýllarda, geriye dönük okumalarýmda gördüm ki, muhtýra anýnda “destekçisini” bulmuþ.
Müttefikimiz Amerika desteklemiþ. (Çünkü U-2 casusluk uçuþlarýna izin verilecek, haþhaþ ekimi yasaklanacaktýr.)
Senatörler, milletvekilleri, Halkevleri, yüksek mahkemeler, sendikalar, dernekler, fýrýncýlar, hamamcýlar, overlokçular, son ütücüler desteklemiþ.
Sokaklarda sonuç almaya çalýþan namlý “sosyalistlerimiz” desteklemiþ.
Hasan Cemal’in arkadaþlarý desteklemiþ.
Demirel alt edildikten sonra, muhtýranýn, “sosyalist devrime” evrileceðini düþünüyorlardý belki de... Ýlhan Selçuk böyle düþünüyordu. Belki de gizliden gizliye Muhsin Batur’un uçaklarýný
kolluyordu.
Sonradan Meclis üzerinde alçak uçuþ yapacak o uçaklar, Faruk Gürler’i Cumhurbaþkanlýðý koltuðuna, ülkeyi de “özlenen ufuklara” taþýyacaktý.
Hayýr, Meclis’e bomba yaðdýrmayý düþünmemiþlerdi.
Darbeciydiler ama melun deðillerdi.
O slogan, darbeyle muhtýra arasý bir “þey” olan ama ne olduðu tam anlaþýlamayan 12 Mart’ta karþýmýza çýkmýþtý ilk: “Ordu millet el ele...”
Darbeye ortak arama, suçu “millet” üzerinden meþrulaþtýrma çabasýndan baþka bir þey deðildi...
Bize militarizmlerden militarizm beðendiren o slogan “15 Temmuz giriþimi”nden sonra yeniden tedavüle sürüldü.
Ýlkinden farklý olarak, bu kez ordu bir þeylerin “ortaðý” ilan ediliyordu. Ortada melun bir darbe giriþimi vardý ve millet tarafýndan bastýrýlmýþtý. Bir “baþarý” söz konusuydu yani. Bu baþarýdan, emir-komuta düzenine uygun davranmayarak giriþimin akim kalmasýna yol açan ordumuz da pay almalýydý.
Böyle mi bakmalýyýz?
Hasis davranmak istemem ama bence yerli yerine oturmayan bir þeyler var. Birtakým kuþkular, soru iþaretleri... Bu “baþarý”ya ortaklar aramak, o soru iþaretlerini izale etmiyor ne yazýk ki...
Hem, arkaik militarist bir slogan olmaktan öte nedir ki “ordu millet el ele?”
Bana sorarsanýz, yeni dönemin sloganý “milletin ordusu” olmalý. Ordu da, buna uygun davranmalý!