Ordu, siyaset, din ve dahi ve Balyoz

Balyoz davasıyla ilgili kararlar açıklandıktan sonra ağlayan, dövünen, bağıran, çaresizlik içinde boş gözlerle çevrelerine bakınan mahkum yakınlarını görünce içim cız etmedi, üzülmedim desem yalan olur. Aslında bu insanları böyle perişan eden, sevdiklerinin uzun yıllar hapis yatmasına neden olacak Balyoz gibi darbe girişimlerinin kökeninde ordu, siyaset ve din üçlemesi yatar.

Ordu 1950 seçimlerine değin Türkiye’de iktidardır. Hemen her milletvekilinin askeri bir geçmişi vardır; Atatürk ve Fevzi Çakmak Mareşal, İnönü’yse Orgeneraldir. Türkiye’yi 27 Mayıs 1960 sabahına götüren, iktidardan düşmüş olma ruh halidir aslında. O sabah, yani 27 Mayıs’ta güneş doğduktan sonra askeri vesayet yasal dayanağına kavuşmuştur. Darbe, muhtıra, andıç, uyarı mektupları 27 Mayıs’tan sonra gelenek olur ülkede. Askerin kendini iktidarın asıl sahibi sayması öylesine kök salmıştır ki subaylarımızın içine, 27 Mayıs sonrası yapılan ilk seçimleri CHP kazanamayınca, şöyle mırıldanmıştır ordu: “CHP kazanamadı; DP’nin devamı olan AP’de kazanamadı. Dolayısıyla seçimi TSK kazandı!” İşte düz mantık bu!

Halka güven sıfırdır; hep yanlış adamlara oy atar çünkü! Buna engel olmak için de iktidarı paylaşacak kurumlar oluşur. Menderes’le iki bakanını asan yargıçlarla Anayasa Mahkemesi kurulur. Bunu senato izler. Egemenlik kayıtsız şartsız milletin elinden alınıp Ankara’nın kimi kurumlarına devredilir, bu da Atatürkçülük adına yapılır!

Darbelerin yapılmasında kişisel hırslardan çok askeri okul ve harp okullarında verilen eğitimin de payı inkar edilemez. Harp Okulu öğrencileri 27 Mayıs’ta Yassıada’ya gidip inzibat görevi üstlenir. Necip Torumtay, İsmail Hakkı Karadayı, Kemal Yamak, Namık Kemal Ersun bunlardan kimileridir. Yani darbelerle haşır neşir bir kuşak Ergenekon’a, Balyoz’a değin gelmiştir. İsmail Hakkı Karadayı 28 Şubat döneminin genelkurmay başkanı, Yassıada’da teğmendi! (Teşekkürler Mur at)

Yani? Yani Harbiye’de demokrasiyi değişmez hedef sayan, TBMM’ye saygı duyan, milli iradeyi içine sindiren subay yetiştirmek gibi bir hedef hiçbir zaman olmamış. Hepsi Türkiye’yi en çok kendilerinin sevdiğine inandırılarak eğitiliyor ve de ancak kendilerinin ülkeyi kurtaracağı inancıyla mezun ediliyor. Ülkenin kurtarılmaya ihtiyacı var mı yok mu; o ayrı mesele! Ne diyor Harbiye Marşı: “Kanla İrfanla Kurduk Biz Bu Cumhuriyeti!” Yani sivilin bu cumhuriyetin ne kurulmasında katkısı var, ne yaşamasında. Sivil adam cumhuriyete destek değil köstek oluyor! Arada bir “havalandı mı da”yani hükümet olup da, ülkeyi ben yönetiyorum demeye başladı mı, ümüğüne çökeceksin! Buna körü körüne inandığın an yıl ister 1960, ister 1980 istersen de 2080 olsun, hiçbir şey değişmez.

Laiklik, türban, din ve vicdan özgürlüğü, İslam ve diğer dinlerle ilgili bilgiler tam anlamıyla, militarist bir biçimde genç subay adaylarının belleğine kazınırsa ve de bu müfredata sivil-asker ilişkileri, karşılıklı saygı ve hoşgörü, demokrasinin erdemleri, herkesin inancına saygı, bireyin değil devletin laik olması gereğini anlama ve algılama gibi kavramlar bir biçimde eklenmezse, Balyoz ve benzeri darbe girişimlerinden yakamızı sıyırmayız ve biz, darbelerden nefret eden, demokrasiye yürekten bağlı insanlar darbe girişimlerinden mahkum olanların ailelerinin acısını paylaşır ama demokrasinin atlattığı bir büyük tehlikeden kurtulmuş olmanın rahatlığını da yaşarız.