Ordunun analizi

Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel’in yaşanılan tartışmalar karşısındaki tutumu, haleflerine göre daha tutarlı bir rotada ilerliyor. Özel, başında olduğu kurumun, siyasi tartışmaların içine girmesine izin vermiyor. Genelkurmay’dan Balyoz ve Ergenekon olarak adlandırılan davalardan sonra yapılan açıklamalar soğukkanlı. Hedefinin de kamuoyu, siyaset veya yargıdan çok, ordunun içine dönük mesaj olduğu hemen belli oluyor.

Aslında, gelişmelere tersten baktığınızda, yaşanılan süreç, Soğuk Savaş yıllarında üç darbe yapmış, sivil siyasete müdahaleyi kurumsal kimlik haline dönüştürmüş bir ordunun “eski anıları geride bırakmastratejisi” olarak da değerlendirilebilir. TSK, bireyler üzerinden değil, kurumsal disiplin hattından hareket eden bir yapılanma. Ergenekon Davası kararları sonrasında “tepkici kesimin” bu kurumu, “daha net tavır al, sessiz kalma, sesini yükselt” noktasına taşıma gayretine soğukkanlı yanıt verdi. Bu tutum, yapılan çağrıların kurum açısından ciddi bir tuzak olduğunu gördüğünü gösteriyor. Eğer, TSK’yı, eskinin reflekslerinde görmek isteyen kesimin dediklerini yapsaydı, hem ağır yara alacaktı, hem de özellikle dışta “darbecigeleneği olan ordu” görüntüsünden tam kurtulurken, benzer tartışmaların doğmasına neden olacaktı.

Asıl olan stratejik hedeftir

“Taktik ataklar”la “stratejik hedefleri” birbirinden ayıran ana nokta budur.

Ergenekon Davası’nda müebbet hapse mahkum olan Genelkurmay eski Başkanı (E) Org. İlker Başbuğ’un o dönemde düzenlediği üç basın toplantısı “taktik atak”tı, tıpkı halefi Genelkurmay eski Başkanı (E) Org. Yaşar Büyükanıt’ın 27 Nisan’da internet üzerinden yayınladığı tartışmalı metin gibi... Veya, Genelkurmay eski Başkanı (E) Org. Işık Koşaner ve kurmaylarının 29 Ekim 2010’daki Çankaya resepsiyonuna katılmamaları gibi... “Üçlü kararname” ile görevlerine atanan komutanların sergiledikleri tutum, bir disiplin kurumu olan ordu açısından “komutana tavır” niteliğindeydi ve komuta kademesi çareyi 2011 YAŞ’ında topluca istifada buldu.

Bu “ataklarla”, eski genelkurmay başkanları, esas olarak üzerlerine gelen bir dalgayı püskürtmeyi hedefliyorlardı, stratejik derinlik taşımayan taktik uygulamalardı.

Org. Necdet Özel ve günümüz kurmaylarının ise giderek stratejik bir hedefleri olduğu anlaşılıyor: TSK’yı, “tipik” bir Avrupalı NATO ordusu görünümüne ulaştırmak, emekli mensupları ve muvazzaf subayları üzerinden yürüyen davaları bu hedef doğrultusunda kullanarak orduyu bir daha bu tür tartışmaların merkezi olmaktan çıkarmak.

Taktik mücadele ve kayıp

Askerlikte “taktik mücadelede” kayıp verebilirsiniz, esas olan “stratejik hedefe” ulaşmaktır. Aldıkları eğitim nedeniyle kurmay aklı biz sivillerden farklı çalışır. “Kangren olmuş” bir konuyu kesip atıp, stratejik hedeflerine yönelmekte hızlı karar alma ve arkalarına bakmadan yürüme yeteneğine sahiptirler.

Türkiye’nin sivil kanadının üstelik cepheleşerek tartıştığı fakat konunun doğrudan muhatabı olan kurumdan hiç sesin çıkmadığı bu süreci bir de bu noktadan değerlendirmekte yarar vardır.

Dikkat edin, özellikle İlker Başbuğ’un almış olduğu cezayı, siviller tartışmakta, emekli generalin eski astları, gelişmeyi, “bekle-gör” taktiği ile karşılayarak, uzun vadede, apoletleri üzerinden siyasi fırtına yaratmaya meraklı unsurlara stratejik başarı şansı vermemektedirler.

‘Çözüm süreci’nde de...

Bu durum, “çözüm süreci” olarak adlandırılan gelişmenin başlangıcından bu yana da geçerlidir. Süreçte yaşanılan her yeni durum, her yeni açıklama sonrasında gözler, TSK’ya çevrilmekte fakat ordu, kendisi açısından çok hassas bu konuda, “sivil siyasetin alanına giren sorumluluğu” paylaşmamaktadır. Sürecin başarılı olması, memleket için iyidir, bundan siyasi otoritenin “zafer tablosu”çıkarması normaldir. Ama başarısızlık halinde de ordu, kopacak tartışmanın dışında kalmasını garanti eden bir strateji izlemektedir.

TSK, “eski Türkiye’nin reflekslerini” arayan yazar-çizer, entelektüel takımının söylediklerini yapsa, taktik değil, stratejik bir hata yapacağını bilmekte, bu tür bir hatanın da tamirinin imkansız olduğunu görmektedir.

Ergenekon Davası’nın sonuçlarını, “acaba, kurunun yanında yaş da yandı mı” kaygısıyla karşılamayan kesim açısından da durum aynıdır. Yaratılan gereksiz sevinç dalgasının, tarihinde üç darbe ve sayısız siyasi müdahale bulunan bir kurumu, giderek “mağdur” seviyesine taşıdığını, bu durumun, Avrupa başkentlerinden Washington’a kadar uzanan “hassas bir coğrafyada” yayılma eğilimi gösterdiğini görmek gerekir.

Zaten, siyaseti de tıpkı futbol gibi bütün insanlar açısından cazip kılan bu sürprizleridir.