Ortadoðu dönüþürken

Ortadoðu’dan kimse memnun deðil. Onu bu hâle getirenler de dâhil olmak üzere...

Ortadoðu’yu bu hâle getirenler Batýlý büyük devletler olmuþdur. Zâten “orta” doðu lakýrdýsý bile onlarýn îcâdýdýr. Kime göre orta doðu? Tabii Londra’ya, Paris’e göre. Yoksa Osmanlýya göre orasý doðu bile deðil güney vilâyetleri idi. Ahâlîsi ise “Kavm-i Necîb-iArab” yâni Yücesoylu Arab Kavmi. Bu asâlet, Hazret-i Peygamber’in de Arab asýllý olmasýndan kinâye idi.

Batýlý Büyük Devletler Ortadoðu’yu Birinci Cihan Harbi’nden (1914-18) sonra parçalayýp sömürgeler hâline getirdiler. Ýkinci Dünyâ Savaþý’ndan (1939-45) sonra ise tedrîcen baðýmsýzlýða salýverdiler. Tabii ki bu baðýmsýzlýk zâhirî bir baðýmsýzlýkdý. “Orta”ya çýkan Irak, Sûriye, Lübnan yâhut Suûdî Arabistan vs. gibi sun’î devletler (Maþrýk ülkeleri) gerek ekonomik ve gerekse politik olarak ya Ýngiltere’ye ya da Fransa’ya baðlý idiler. Mýsýr ve Kuzey Afrika (Maðrib) hâkezâ... Bu devletlerin egemenliðe çok yakýn birer statü elde etmeleri 1960’lardan sonraya rastlar ki o da sancýlý geçmiþdir.

Peki, Osmanlý devrinde buralarý esâret altýnda deðil miydi denilebilir.

Osmanlý devlet anlayýþýna göre buralarý “Devlet-i Aliyye”nin eþit statüdeki parçalarýydý. Öyle ki meselâ müzmin þekilde defisiter (açýk veren) Macaristan bütçesini Bâb-ý Âlî, yâni Osmanlý Hükûmeti, mütemâdiyen fazla veren Mýsýr bütçesinden para aktararak denkleþtiriyordu. Sömürge olarak görse Macaristan’ýn açýðýný niye derd edinsin?

Ýyi de günümüzde Ortadoðu’dan niçin kimse memnun deðil?

Öyle sanýyorum ki Ortadoðu’nun “kuruluþ þemasý” baþýndan bozuk olduðu için.

Eski günahlarýn gölgesi uzun olur derler.

Bence Ortadoðu daha kurulurken çatýsý sakat çatýldýðý için sonradan orasýna burasýna boya çekip saçaðýna balkonuna süsleme eklemekle binâ düzelmiþ olmuyor.

Sakatlýk binânýn planýnda!

En basitinden Arab Yarýmadasý’nýn kuzeyini Irak, Sûriye ve Lübnan diye üçe bölmek buna bir örnekdir. Baðýmsýz olacaksa bütün bu bölgenin tek bir dam altýnda baðýmsýz olmasý aklýn gereði idi. Ama yarýsý Ýngilizlerin yarýsý Fransýzlarýn olunca ve üstelik sâhiden baðýmsýz bir devlet deðil de göstermelik “vitrin eþyâsý” murâd ediliyorsa o zaman tabii üçe de bölersiniz dörde de!

Kaldý ki iþ bununla da bitmiyor.

Bu bölgenin hemen kuzey bitiþiðinde bir de Türkiye var.

Türkiye sýnýrlarýnýn tabii sýnýrlar olduðunu söylemek ise ne dereceye kadar imkân dâiresindedir bunu deðerli okuyucularýmýn ferâsetine býrakýyorum.

Yok, þimdi bizi yorma; onu da sen söyle diyecek olursanýz, hayhay!

Bu sýnýrlar gayrýtabiidir!

Þimdi durum nedir bilmiyorum ama meselâ daha birkaç sene öncesine kadar Arablar Haleb yerlileriyle “Sizin Kýbleniz Ýstanbuldur!” diye dalga geçerlerdi.

Aslý aranýrsa Kuzey Irak ve Kuzey Sûriye sâkinleri daha ziyâde Kürdler ve Türklerdir. Akrabâlarý da sýnýrýn Türkiye tarafýndadýr.

Bu elbet Türkiye’nin o bölge üzerinde hak iddia etmesini gerektirmez. Hele herkes hâlinden hoþnudsa ortalýðý karýþtýrmak hiç de akýl kârý deðildir.

Fakat görebildiðim kadarýyla herkes hâlinden pek hoþnud görünmüyor. Öyle olmasaydý gerek Irak gerek Lübnan ve gerekse Sûriye için için, hattâ kýsmen fokur fokur kaynamazdý.

Ankara’da oturan yetkililerimiz umarým ki güney komþularýmýzda sarsýntýlar meydana gelirse (gelince!) ne yapacaklarýný enine boyuna düþünüyor ve A planý yanýsýra bir de B ve hattâ C planý hazýrlamayý ihmâl etmiyorlardýr.

Sovyetler Birliði daðýlýrken pek de parlak bir sýnav vermemiþlerdi de ordan aklýma geldi.

“Aaa, bu Âzerîler týpký bizim gibi Türkçe konuþuyorlar. Nasýl öðrendiler acabâ?” diyen milletvekîli bir büyüðümüze dahî rastlayan bir kardeþiniz olarak neden bahsetdiðimi iyi biliyorum zîrâ...