Ortak çıkarımız: Siyaseti ayakta tutmak

Emniyet ve yargı başta olmak üzere bazı devlet kurumlarının bir paralel yapının kontrolünde olduğuna ilişkin uyarıların doğruluğu yeni yeni anlaşılmaya başlandı. Ancak siyasi iktidarın bu vahim oluşumdan habersiz olabileceğine ihtimal vermeyen bazı muhalif kalemler paralel yapının varlığını eleştirmekten çok bu yapının gelişmesinde hükümetin günahlarını vurgulamayı tercih ediyorlar.

Evet, hükümeti bu açıdan eleştirenler haklı. Yıllardır özellikle “Özel Yetkili Mahkemeler”in yargı sitemi içindeki yeri bağlamında bu paralel yapılara dikkat çekmeye çalışmış biri olarak bu eleştirilere ben de katılıyorum. Ama “siyaseti eleştirme şehveti” kimi zaman önümüzdeki asıl meseleyi unutturabiliyor bazılarımıza.

Oysa mantıklı olmak lazım... Öfkemizi aklımızın önüne geçirmemek lazım...

Şimdi bu yapının oluşmasında siyasi iktidarın da günahı var diyerek amacı, bağlantıları ve sınırları belli olmayan bir yapının devlet içinde devlet anlayışıyla dilediğini yapmasına izin mi vereceğiz?

Hükümet vaktiyle bunlara karşı gereken önlemleri almadı diye biz şimdi bu yapının seçilmiş siyasi kadroları rehin almasına göz mü yumacağız?

Bazı siyasetçiler daha önce bunlarla işbirliği yaptı diye bu yapının ülkenin mukadderatını ilgilendiren konularda son karar mercii haline gelmesine ses çıkarmayacak mıyız?

Siyasete sorulacak hesap ayrıdır, siyaseti gasp etmeye çalışan güçlere karşı siyaseti koruma zorunluluğu ayrıdır. Bugün siyaseti muhafaza edemezsek yarın hesap sorabileceğimiz bir kurum da olmayacak zaten karşımızda.

Kaldı ki hükümet kanadının bu konuda “özeleştiri” olarak kabul edilmesi gereken açıklamaları da olmadı denemez. Sözgelimi Adalet Bakanı Bekir Bozdağ geçenlerde çok çarpıcı ifadelerle bu anlamda bir özeleştiride bulundu. “Biz de hata yaptık. Soruşturma veya kovuşturmanın muhatapları farklı olduğunda sesimizi biraz daha gür çıkarmamız lazımdı” dedi Adalet Bakanı.

Mesela bugünlerde gündemin baş sırasında yer alan HSYK konusunda da ciddi özeleştiriler geldi hükümet kanadından. “Bu konuda hata yaptık” dediler açıkça... Elbette siyasi iktidarın özeleştirisini ve mazeretini kabul edip etmemek sizin bileceğiniz şey. Çünkü sonuç ortada: 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumunun ardından Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yeniden yapılanması hiç kimsenin arzu etmediği sonuçlara yol açtı.

Gerçi CHP’nin itirazı üzerine Anayasa Mahkemesi HSYK üyelerinin seçiminde sadece tek bir adaya oy verilmesini öngören maddeyi iptal etmemiş olsaydı bu durum oluşmayabilirdi. Çünkü organize hareket eden grupların kendi adaylarını diğer adayların önüne geçirmelerine engel olacak bir düzenleme içeriyordu iptal edilen madde.

Ama ne olursa olsun, neticede ortaya çıkan tablo siyasi iktidarın hesabına yazıldı. Belki isteseler başka yollardan müdahale edip durumu değiştirebilirlerdi diyebilirsiniz ama bunu da hukuken savunmak zor olabilir. Ayrıca hükümet üyelerinin daha o tarihte “tehlikenin farkında” olduklarını varsaymak gerekiyor bunun için...

Her neyse... Siyaseti ayakta tutabildiğimiz sürece siyasilere hesap sorabiliriz. Siyasiler bundan dolayı gerektiğinde özeleştiride bulunma ihtiyacı hissedebilirler. Mazeretlerini kabul etmediğimiz takdirde bunlara seçim sandığında ceza verme imkânına da sahibiz. Siyasi kadrolara yöneltilen yolsuzluk suçlamaları da bir kere kamuoyuna duyuruldu mu artık unutturulamaz, örtbas edilemez. O lekeyi temizlemek zorundadır siyasetçi.

Ama devlet içinde devlet haline gelmiş olan yapılanmalar için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Beğenmediğinizde bir yere gönderemezsiniz onları. Tek çare siyaseti ayakta tutmaktır. Çünkü bunların panzehiri sivil siyasetin meşruiyet gücüdür. Dolayısıyla karşımızdaki meseleyi sadece bu hükümetin meselesi olarak görüyorsanız yanlış düşünüyorsunuz demektir.

Üstelik sizin de şikâyetçi olduğunuz paralel yapılara neşter vurulması için bir siyasi irade oluşmuşsa bundan memnuniyet duymak yerine “bu işlerin bu noktaya gelmesinde bu hükümetin de suçu var” diyerek o şikâyet ettiğiniz paralel yapıların yanında yer almak akıllıca mı?