Osmanlıca Mosmanlıca

Bence yavrularımızı fazla zorlamak doğru değil; onun için aritmetik dersinde dört işlemden yalnızca ikisi, meselâ toplama ve çıkarma, öğretilsin. Büyüyüp ileride matematik profesörü filan olmak isterlerse fakültede bölme ve çarpmayı da şeyedebilirler. 

Çok doğru; târih dersleri için de aynı şey şeyedilebilir. Öyle senelerce evvelinden başlamak şeysiz, yâni yersiz. Başlangıç olarak diyelim ki 19 Mayıs 1919’u alabilir ondan sonrasını özetleriz. Hem akılda tutması da kolay; Ondokuz, ondokuz, ondokuz... Çocuklar elbet ondokuz deyince neyin kasdedildiğini anlayacaklardır, çünki aritmekitde yüze kadar saymayı da nasıl olsa öğreteceğiz.

Hazır açılmışken: Târih derken öyle uzak uzak diyarlara bakmanın da gereği yok. Oturdukları havâlînin hikâyesi nelerine yetmiyor. Hikâye, bakınız bâzı Batı dillerinde târih ve hikâye için zâten aynı kelimeler kullanılır: Geschichte, histoire, history gibi... Ama yine meselâ İtalyanca ve İspanyolcada farklı kelimeler var: racconto/storia ve cuento/historia... Üstelik aynı anlamda birkaç kelime bile var: Cuento, narración, relación gibi... İşte o yüzdendir ki kimse bir türlü İtalyanca yâhut İspanyolca öğrenemiyor... Oysa İngilizcelerimiz, mâşallah, sular seller gibi... Laf aramızda öğrensen ne olacak öğrenmesen ne olacak?

Öğren, öğren, öğren... Dibini bulan mı olmuş?

Rahmetli Annem pratik yanı güçlü bir kadındı. Böyle ipe sapa gelmez, zevzeklik etmekden gayrı fonksiyonu olmayan mevzûlar için kullandığı bir söz vardı: Köpek baltaya sap getirdi mi?

Şimdi gel de anma!

Liselerde Osmanlıca öğretilsin mi öğretilmesin mi?

Kazandibi yendikden sonra üzerine boza içilsin mi içilmesin mi?

Olur a, belkim tokanır...

Dinlemeye niyeti olanı bulursam iki çift lakırdı edeceğim:

Bakınız; Almanya, Fransa, Rusya vs. gibi az çok düzgün ülkelerin, ayrıca onlardan daha da az düzgün ülkelerin okullarındaki edebiyat derslerinde elbet sâdece son üç dört sene boyunca yayınlanmış ve kural olarak zâten çoğu ıvır-zıvır faslına giren anlatılar, şiirler okutulmaz.

Çoğu ıvır-zıvır faslı; zîrâ bu her yerde ve her zaman böyledir. Dünyânın her yerinde ve her devirde, yazılıp ilk yayınlanan eserlerden ekserîsi değersiz şeylerdir. Gerçekden değerli olanlar ancak zamâna dayabilenler olurlar. O bakımdan edebiyat kitablarında yer alan örnekler hep nisbeten eski veyâ çok eski olanlardan teşekkül eder. Sonunda o ülkenin modern edebiyâtından örnekler de verilse bile bunların sâhiden değerli olup olmadıkları o anda tam olarak pek kestirilemez.

Edebiyat derslerinden amaç o dilin kalıcı şâheserlerini göstermek olduğundan o derslerde asıl okunup incelenenler de kalıcılıklarını ısbatlamış eserler olurlar.

Doğru dürüst ülkelerin mekteblerinde bu klasik eserler okutulurken ise öğrencilere önce meselâ Ortaçağ Almancası/Fransızcası etc. da öğretilmez! Eski metinler çalışılırken içlerinde artık kullanımdan düşmüş kelimeler geçerse hocaları onların ne anlama geldiğini söyler ve devâm edilir.

Kısacası bir Fransız gencinin “Chanson de Roland”ı okumak için 14. Asır Fransızcasını öğrenmesine gerek yokdur.

Bir Türk gencinin de “Dede Korkud Hikâyeleri”ni okuyup anlamak için 14. Asır Türkçesini öğrenmesi  üzumsuzdur.

Mâdem oradan açdık, Osmanlıca değil ama 650 sene öncesinin Türkçesi, örneğimizi de oradan verelim. “Kitâb-ı Dede Korkud” içindeki hikâyelerden, bugün de hep bildiğimiz biri şu cümlelerle başlar:

“Oğuz Eli’nde Duha Koca Oğlı Deli Dumrul derler bir er var idi. Bir kuru çayın üstüne bir köprü yapdırmış idi. Geçenden otuz akça, geçmeyenden döğe döğe kırk akça alır idi.”

Aman, koşun bir tercüme bürosuna da satırı on liradan günümüz Türkçesine çevirtin!

Çevirtdikden sonra bir kopyasını sevâbına bana da yollayın ki ben de okuyup anlayayım!

Okullara Osmanlıca dersi konulsun mu imiş?

Bunun için de sen tut bir haftadır yüzlerce kilometre kâğıtla elli fıçı dolusu mürekkeb harca!

Çaylara şeker konsun mu konmasın mı?

Haftaya da bunu tartışalım isterseniz!

Geçen yazımda da belirtdim; Osmanlıca için, üç beş dakıyada öğrenebileceğiniz, iki üç gramer kuralı vardır.

Gerisi vokabülerdir!

Açın Evliyâ Çelebî’den rastgele bir sayfa ve okumaya başlayın!

Okullara Osmanlıca dersi konulsun muymuş!

Su içme ve pencereden dışarıyı seyretme dersleri de koyun bâri!

Zevzekliği îcâd eden kavim hangisiydi acabâ?

Okullara dersini koysalar da öğrensek...

Şu dinine yandığımın köpeği baltanın sapını ne zaman getirecek dersiniz?