Uluslar tarih içinde oluþmuþ istikrarlý topluluklardýr. Her ulusun kültürel dokusu bin yýllar süren kendi gelenekleri tarafýndan üretilir. Dil, inanç sistemi, iktisadi hayat ve ruhsal þekillenme geleneksel olan bu sosyolojik süreçlerin kesintisiz karakterinin birer meyvesi ve sonucudur. Her þey tarihseldir ve ilk anlam ve içeriðini de yine bu tarihten miras olarak alýr.
Uluslar kendilerini gerçekleþtirip bu gerçekleþtirmeyi gerekçelendirirken bilinç dýþý bir itkiyle kimi ritüelleri geleneðin merkezine yerleþtirir. Özellikle, patalojik durumlar olarak ifade edebileceðimiz savaþ ya da saldýrýya uðruma vaziyetleri, travmatik karakterleri itibarýyla, kendiliðinden baþka da özel bir amaç güdülmeden söz konusu kültürel reaksiyonu dýþa vurur.
Ne demek istiyorum? Demek istediðim þu; 15 Temmuz gecesi, darbeci güruha karþý halk, olabilecek en þiddetli karþýlýðý verirken, kültürel belleðindeki en ikonik söylemi yani ‘’Allah û Ekber’’ nidalarýný bu bilinç dýþý etkiyle haykýrýyordu. Kendi kültürel dokusu içinde güç alabileceði en yüksek motivasyonu kullanmasý, elbette en doðal olanýdýr. Bu týpký beþ aylýk bir küçük bebeðin acýkmýþken annesini aðlama sesiyle uyarmasý kadar doðal bir durumdur.
Ama gelin görün ki, bu vaziyet birilerinin prizmasýnda bambaþka bir þekilde kýrýlmaya yetiyor. Bu tablo bambaþka çaðrýþýmlarýn nedeni olabiliyor. Birbirini anlamak istemeyen kümelerin sadece kendi anlam dünyalarýna müracaat edip, oradan devþirdikleri tek ayaklý anlamlar elbette hayýrlara vesile olmaz. Olamaz da. Çünkü salt kendi hayat tarzýmýza hizmet edecek þekilde konumlandýrdýðýmýz bilincimiz ötekinin durumunu görmez.
Oysa unutulan þey þudur; ‘’Allah û Ekber’’ 15 Temmuz günü önceden organize edilmiþ bir hareketin iþlevsel bir parolasý deðildi. Zaten olamazdý. Çünkü hiç kimsenin en yetkili birimlerin bile darbe kalkýþmasýndan haberi yoktu. Darbe kalkýþmasý ansýzýn geldi ve halk yýðýnlarý da olabilecek en doðal halleriyle bu kalkýþmaya karþý koydu. Þimdi durum bu kadar açýk ve net ortadayken, kim ‘’ Allah û Ekber’’ nidalarýný farklý yorumlayabilir ki?
Walter Benjamin’nin söylediði gibi ‘’Ýnsanlarý devrim yapmaya iten, özgürleþecek olan torunlarýnýn hayalleri deðil, köleleþtirilmiþ atalarýnýn hatýralarýdýr...’’ Türkiye’de özellikle cumhuriyet tarihinde hiç de küçümsenemeyecek boyutlarda olan bir darbe deneyimi ve buna karþý oluþan büyük bir hassasiyet var. Darbecilerin astýðý ‘’Baþbakan’’ imgesi bile herkesin bir an bile tereddüt etmeden sokaða en doðal haliyle fýrlamasý için yeterli nedendir.
15 Temmuz gecesi halkýn sokaklarý darbecilerden temizlemesi ve bu temizliði yaparken sloganlar ile ifade ettiði söylemi, kendi doðal mecrasýnda okunmalýdýr. Halk geçmiþte olduðu gibi, bugün de Cumhurbaþkanlarýnýn asýlmamasý için, bu hatýranýn çok taze belleðiyle ölümü göze alarak çýkmýþtýr. Tankýn altýna yatmayý göze alan birini baþka da hangi itki güdümleyebilir ki, tankýn altýna yatan birinin en yüksek motivasyon gücünü inançlarýndan devþirmesi en normal hal deðil mi?
Kaldý ki daha iyisi olabilecekse, o en iyiyi sahneye sürmek için, en iyinin sahipleri neden sahnede yerlerini almadýlar? Bu soru ‘’Allah û Ekber’’ nidasýndan bu kadar olumsuz sonuçlar çýkaranlarýn tavýrlarý karþýsýnda hem haklý hem de nesnel bir soru olur. Eðer demokrasi hepimizin ihtiyacýysa ki- kesinlikle öyledir- neden bu ihtiyacý sahiplenmek için baþka da gerekçelere ihtiyaç duyulsun ki?
Demokrasi tehlikedeyse, rutin siyasi mücadelemizin bütün argümanlarý ötelenir, ertelenir ve bir öncelik olarak demokrasi bu tehditten arýndýrýlýr. Demokrasi tehdidi bertaraf edildikten sonra herkes kolayca eski siyasi mevzilerine dönebilir ve günlük hayata, siyasi müdahalelerine kaldýðý yerden devam edebilir. Eðer bir gemi korsanlar tarafýndan batýrýlmak isteniyorsa, yapýlacak ilk öncelikli iþ gemiyi batýrmaktan kurtarmaktýr. Sonra geminin gideceði yön, yol ve rotasý hakkýndaki görüþ ayrýlýklarýmýza dönülebilir. Önemli olan gemiyi yüzebilir halde tutmaktýr.