Hiçbir savaþ ebediyyen sürmez.
En uzun savaþ bile bir gün gelir sona erer.
Târihde bunun örnekleri var. Meselâ kitablara “Yüz Yýl Savaþý/ Der HundertjaehrigeKrieg/ La Guerre de Cent Ans/ The Hundred Years’ War” (1337-1453) olarak geçen silahlý hesablaþma böyledir. Yâhut “Otuz Yýl Savaþý/Dreissigjaehriger Krieg/ Guerre deTrente Ans/ Thirty Years’ War” (1618-1648) de öyle.
Kaldý ki müdâhil taraflar bütün bu süreler boyunca mütemâdiyen savaþýyor da deðildiler. Arada sýk sýk uzunca nisbî sükûnet devreleri de oluyordu.
Yüz Yýl Savaþý Ýngiltere Kýrallarýnýn Fransa Tahtý üzerinde hak iddia etmelerinden kaynaklandý. O sýralar Fransa’nýn bayaðý geniþ bir bölümü Ýngiliz iþgâli altýndaydý.
“Orléans Bâkiresi” diye de anýlan meþhur Jeanne d’Arc (1412-1431) de bu savaþýn yaratdýðý efsânevî figürlerden biridir.
Yüz Yýl Savaþý Ýngiltere ve Fransa’da birer millî bilincin doðmasýna yol açmýþdýr. O bakýmdan fevkalâde önemli bir hâdiseler silsilesidir.
Vestfalya Barýþý (1643-1648 müzâkereleri) ile sona eren Otuz Yýl Savaþý da önem bakýmýndan daha geride sayýlamaz. Çünki zâhirî ve yine de çok önemli sebebi, o sýralar irili ufaklý 300’den fazla beylik ve prensliðe bölünmüþ Almanya üzerinde kimin hâkimiyet saðlayacaðý meselesi olmakla berâber, asýl sebeb din hürriyeti idi. Yâni bir devlet teb’asý ille ora hükümdârýnýn mezhebini (Katoliklik yâhut Protestanlýk) kabûl etmek zorunda mýdýr, deðil midir?
Sonunda “din hürriyeti” prensibi kabûl edildi. Ama sâdece barýþ müzâkerelerinin beþ yýl sürmesi ve bu arada muhârebelerin de bütün hýzýyla gitmesi bile problemin o zamanki Avrupa’ya ne kadar þiddetli “baþaðrýsý”na mâlolduðunu göstermesi zâviyesinden ibretlikdir.
O devirde, hattâ 17. Asýr bir yana, daha 11. Asýr’dan beri Türklerde nasýl bir dînî hoþgörü ve saygý iklîminin hüküm sürdüðünü nazara alýrsak, ileriki yýllarda düþdüðümüz zillet bizlere daha da anlaþýlmaz gözükür ama medeniyetler iþte böyle dalgalý birer seyir izliyorlar.
Bütün bunlarý niye anlatdým?
Kimsenin yüreði aðzýna filan gelmesin! Yazýlýda veyâ sözlüde soracak deðilim!
Bunlarý anlatmaklýðýma sebeb, görünüþe bakýlýrsa bizim de böyle bir “Otuz YýlSavaþý”nýn sonuna yaklaþmamýz oldu.
Yanlýþ hesablamadýysam PKK’ya karþý devâm eden mücâdele de 29. yýlýna girdi. Târihçiler ileride bundan “Türk Otuz Yýl Savaþý” diye bahsederlerse pek þaþmam.
Hiç kendimizi aldatmaylým! Aðýr topçu bataryalarý, hava kuvvetleri ve onbinlerce askerin katýlýmýyla onyýllardýr süren ve onbinlerce insanýn hayâtýný söndüren bir çatýþmanýn adý düpedüz savaþdýr! Ama “düþük profilli” ama deðil!
Hâlâ çýkýp da “Yok, savaþ deðildi!” diyen generale ise ben kemâl-i nezâketle sorarým:
“Deðil idiyse neden 30 sene sürdü? BÝTÝRMEMEK, UZATMAK için size ne verdiler, Paþam?”
Hazýr açýlmýþken unutmadan:
Ben þahsen bu savaþýn bâzý komutanlar tarafýndan kasden yýllarca uzatýldýðý þübhesini yýllardýr içimde taþýyorum.
Önümüzdeki senelerde “terörle mücâdele” nâmýna ne dolaplar döndüðünü ve hangi göz kamaþtýrýcý meblâðlarýn el deðiþtirdiðini öðrenmemiz ihtimâli, çok kuvvetli olmamakla berâber, vardýr.
Onun için aklý olan ölmekde acele etmez ki evlere þenlik (derin?) devletimizin nasýl iþlediði konusunda daha sarih bir fikir edinebilsin!
Ben þahsen sýrf bu yüzden ölmemeye karar verdim.
Onun için de belki daha bir müddet Türkiye’ye dönmem.
Rahmetli arkadaþým Uður Mumcu, ölümünden önce yapdýðýmýz son telefon konuþmasýnda, o haftalar üzerinde çalýþdýðý bir araþtýrma vesîlesiyle bana þöyle demiþdi:
“Yâhu, Baban da müdhiþ bir polemikçiymiþ hani... Eceliyle ölmesine nasýl müsaade etmiþler anlamýyorum.”
Vallâhi, ben de anlamýyorum, Aziz Kardeþim!
Ama bütün bunlar artýk geride kaldý.
Þu Otuz Yýl Savaþý hayýrlýsýyla bir sona erse de gidip Boðaz’da adam gibi bir raký içsek!