Geçen hafta sonu meþhur Oxford’daydým. Üniversiteye baðlý OXGAP adlý bir Ortadoðu enstitüsünün davetiyle, “Ýslam, demokrasi ve liberalizm” üzerine konuþmaya gitmiþtim. Tarihi Ashmolean Müzesi’nde düzenlenen konuþma, gelen soru ve yorumlarla benim için de ufuk açýcý oldu. Oxford’un akademik geleneðini yerinde görmek ise baþlý baþýna bir dersti.
Benim konuþmanýn ana temalarýndan biri, “Ortadoðuda’da liberalizm ve demokrasi çeliþkisi” üzerineydi. Çünkü, evet, bu iki kavram bazen sanki eþ anlamlý bile kullanýlsa da aslýnda birbiriyle çeliþebiliyor. Çünkü demokrasi, yönetenlerin seçimle iþbaþa gelmesini öngören bir “siyasi sistem”. Liberalizm ise devletin insan hayatýna müdahalesinin sýnýrlarýný çizen bir “siyasi felsefe.” Ve çeliþebiliyorlar; bilhassa otoriter görüþlerin güçlü olduðu toplumlarda.
Mesela Mýsýr’da... Söz gelimi, anketlerin gösterdiðine göre, Mýsýrlýlarýn yüzde 60’ýndan fazlasý “dinden çýkanýn katledilmesi gerektiðine” inanýyor. Bu durumda, bir referandum yapýlsa, bu hüküm “demokrasi”nin gereði olarak hayata geçebilir. Ama bu “demokratik” sonuç, liberalizmin din hürriyeti ilkesiyle çeliþir.
Benzeri örnekler, Batý’daki oturmuþluðunun aksine Doðu’da bir azýnlýk görüþü olan liberalizmi, demokrasiye karþý kuþkucu hale getiriyor. Mýsýr’da kendine “liberal” diyenlerin önemli bir kýsmýnýn Ýslamcý hükümete karþý askeri darbe desteklemesi örneðinde görüldüðü gibi. (Söz konusu “Mýsýrlý liberaller”in “devlete mesafe” anlamýnda hiç de liberal olmadýðý, daha ziyade “seküler faþist” olduðu ben dahil pek çok yorumcu tarafýndan vurgulanan bir gerçek olsa da.)
Bu tablodan çýkan sonuç ise, Ortadoðu demokrasilerinin tabiatý gereði “illiberal” (yani otoriter) olabileceði. Bunun yegane deðil ama önemli bir sebebi de Ýslamcý partilerin hayata geçirmek istedikleri þer’i hükümler.
Peki ama bu gerilim kaçýnýlaz mý? Bir çýkýþ yolu olabilir mi?
Benim savunduðum görüþ, iþte burada devreye giriyor. Batý liberalizminin müdafaa ettiði özgürlük fikrinin aslýnda Ýslam’a da içkin olduðunu, ortaya çýkan çeliþkilerin ise þeriatýn tarihsel baðlamýnýn anlaþýlmasý sayesinde yeni içtihatlarla aþýlabileceðini vurguluyorum.
Örneðin, Tunus’tan Raþid Gannuþi, Türkiye’den Hayrettin Karaman, Ýran’dan merhum Ayetullah Muntazeri gibi alimlerin de vurguladýðý gibi, “dinden çýkanýn katli” hükmü, aslýnda “vicdani kanaatle din deðiþtirme”ye deðil, “siyasi isyan çýkarýp düþmana katýlma” ile ilgili. Benzer þekilde, “iyiliði emredip kötülükten men etme” hükmünün, devlet zoruyla deðil, sivil toplumun tebliðiyle hayata geçmesi gerektiðini savunan görüþler var. Türkiye’nin sivil Risale-i Nur geleneði, bu açýdan epey kayda deðer.
Öte yandan, Batý liberalizmi derken kast ettiðimizin “Tanrý’ya isyan” anlamýnda seküler bir görüþ olmadýðýný, aksine “Tanrý’nýn bahþettiði özgürlük” fikrine dayalý Anglo-Sakson liberalizmi olduðunu da belirtmek lazým. En önemli örneði, bazý görüþleri bizim Mürcie ekolüne çarpýcý benzerlikler taþýyan John Locke.
Ýþte, Oxford’da böyle meseleler konuþtuk. Bunlarýn gerek bu kadim üniversitede, gerekse Batý’nýn ve Doðu’nun diðer pek çok kampüsünde, enstitüsünde, düþünce kuruluþunda tartýþýldýðýný da ekleyeyim. Ýslamofoblar ile Müslümanlar, Oryantalistler ile evrenselciler arasýnda daha bir çok benzeri fikri, felsefi tartýþma var.
Peki bütün bunlar olurken bizler ne tartýþýyoruz Türkiye’de?
Kim hain, kim satýlmýþ, kim yandaþ, kim candaþ, falan filan... Bütün ufkumuzu kaplayan, ama küresel ölçekte incir çekirdeði bile doldurmayan siyasi çekiþmeler yani.
Bu kýsýr kavgalarý yakýnda nihayete erdirip yeniden dünyalý olabilecek miyiz dersiniz?