Oy ver, oyunu boz!

Kürtleri yüzyıl önce dörde böldüler. Her bir parçanın pay edildiği ülkede hem yok sayılmasını, hem buna isyan edenlerin ölüp öldürerek tabi kılındığı devleti meşgul etmesini sağladılar. 

Bütün bölgeye ve Türkiye’ye söz geçirmek mümkün oldu böylece.

Kürtlerin iradesinden bağımsız olarak, belini biraz doğrultanın yeniden yere kapaklanması için araç haline getirildi Kürtlerin isyanı.  

Oyunu kuranlar için tam bir “kazan kazan siyaseti”.  

Kaybeden ise daima Kürtler oldu. Kürtler ve Kürtlerle baş edemedikçe Kürtleri yok etmeye çalışan ülkeler. 

Ana kokusundan, yar kucağından uzakta, dağlarda çürüdü Kürtlerin çocukları.

Ölmekten korkmadılar. Öldükçe öldürdüler. Kriminalize oldular. 

Ailelerin, köylerin, şehirlerin, bütün bölgenin, hayatın dokusu bozuldu.  

Sonunda kana doyuldu.

“Gelin çözelim şu meseleyi, insanın doğuştan getirdiği hakları kısıtlanamaz, tartışma konusu dahi yapılamaz, ama sen de şu silahı bırak” diyen bir siyasi anlayış geldi iktidara.

Kürt nüfusun olduğu dört ülke arasında sadece Türkiye meseleyi siyasetle çözmek istedi. Hükümet adımları azımsamadı, durmadan çabaladı. Hem devleti hem toplumu ikna etti, sürece hazırladı.

Denkleme giren bütün aktörleri, faktörleri, değişkenleri değiştirdi, eşittir barış sonucuna ayarladı.

Tamam oldu bu iş, asırlar boyu birlikte yürüyen Kürtlerle Türkler dördüncü büyük ittifakın, ortak geleceğin eşiğine geldi, dendiği anda, yeni bir oyun daha bulduk önümüzde. Belli ki bir tuzak. Kürtleri bir kez daha araçsallaştıran bir amaç. 

Kullan at siyaseti!

1991’te HEP’li Kürt milletvekillerini Meclis’ten yaka paça atanlar, alkış tutanlar, Kürtçe kaset çıkaracağım dediği için Ahmet Kaya’yı vatanından edenler, asit kuyularına, beyaz Toros’lara onay verenler bugün en büyük Kürt aşığı. 

AK Parti canını dişine takıp yol temizliği yaparken ne CHP, ne MHP, ne paraleller, ne Kemalistler, ne de ulu-solcular yoktu ortalarda. “Alayı” Kürtlerden alış veriş yapmayın, en iyi Kürt ölü Kürttür, zaten tavşan gibi ürüyorlar kampanyaları düzenlemekle, çözüm süreci yıkılsın diye uğraşmakla meşguldü.

AK Parti, ölü PKK’lıların çürümüş cesetlerinden “leş” diye bahseden devlet televizyonunu 7/24 Kürtçe yayın da yapan bir kanala çevirip adını “TRT Kürdî” koyarken “bunlar”, Selahattin Demirtaş’ın sazıyla değil Ahmet Kaya’yı çatalla kovalayan Sertaç Ortaç’ın şarkılarıyla coşuyordu.

Demirtaş Amerika’ya gitti. Can Dündar’ın bildirdiğine göre “en önemli büyükelçi” bölgeye “Tayyip bu defa gidici, yeni döneme hazır olun” havası üfürdü.

Dönüşte şöhret başımda duman dolaşan, derisinin rengi “Türkiye Türklerindir” gazetesiyle, KCK operasyonlarının medya üssü Zaman tarafından zımparalanan devşirme oğlan, sonunda sahiplerini yanıltmadı. “AKP ile asla koalisyon yapmayız ama CHP ile oturup konuşuruz. MHP de çözüm sürecini konuşmak isteyecektir” dedi.  

Ya sonra gözüm, ya sonra?

Erdoğan, AK Parti dolayısıyla Türkiye zayıfladığında, ekonomik ve siyasi istikrar bozulduğunda ne çözüm sürecinin, ne yeni anayasanın olmayacağını Kürt siyasi hareketi de bilir. 

Öyleyse HDP’nin derdi nedir?

İyice anlaşılmıştır ki HDP’nin çözüm süreci diye bir derdi yok.

Peki, baraj kamuflajı altında HDP’yi MHP, CHP ve paralel ile baş göz edenler ne istiyor?

Apaçık şekilde, Türkiye’nin yüzyıllık acısını, duasını, mücadelesini, birikimini, özgüvenini zayi etmek.

Ve yeni yüzyıla bir kez daha parçalanmış, dizleri üzerine çökertilmiş, iradesi elinden alınıp sömürge valilerine teslim edilmiş, kardeşkanıyla boğulmuş vaziyette girmesini sağlamak. 

Belli ki bu yüz yılın da oyunu bu.

Daha düne dek siyaset yapmayıp TSK’ya sırtını dayayan CHP’nin, Kemalistlerin, solcu görünümlü faşistlerin ve siyasi parti kurup boyunun ölçüsünü almak yerine devleti içerden ele geçirerek borusunu öttürebileceğini zannedenlerin can havliyle sarıldıkları son yerin de silahlı olması tesadüf müdür sizce?

Ama sen dilemezsen olmaz. Karar senin. Oy ver, oyunu boz!