Oyun bitti, game over...

Ergenekon Davası sonuçlandı. Davayla ilgili önemli bir vurguyu İlker Başbuğ dile getirdi; “Bir topluluğa karşı duymakta olduğunuz kin sizi adaletten ayırmasın! Hep adaletten yana olun” 

 

28Şubatlarda “1.Tehlike” ilan edilerek “Topyekun Savaş” açılmış ahaliyiz neticede. Başbuğ Paşa’nın sözettiği kin ve adalet sapması bağlamından epeyce nasiplenmişiz. Yok, kimse ellerine kına yakıp sevinç naraları da atmıyor.

Öte yandan başından beri yargıyı karartma ve itibarsızlaştırma kampanyası halen tüm hızıyla sürüyor.  

1-Davanın dünyada görülen benzeri davalar gibi uzun sürmesi zaten doğal bir handikaptı. 2-İçeriğinin medya ve CHP tarafından ısrarla mıncıklanarak “darbe” olmaktan çıkartılıp, “siyasi dava”ya dönüştürülmesiyse cabası...

Medya tarafından olgunlaştırılan “duygusal zemin”den hepimiz etkileniyoruz. Davada sanki darbeciler değil de laik kesim yargılanmış izlenimi bilinçli olarak yayılıyor. Ayrıca İlker Başbuğ’un tutuksuz yargılanması konusunda açıkça görüş bildirdiği halde sanki Ergenekon Davasını Başbakan Erdoğan açmışçasına kişiselleştiriliyor durum.

Verilen müebbet hapis kararları için rövanşist tavır deniyor. Evet, darbecilere hakkını helal etmeyenler kahir ekseriyettedir, lakin kimsenin oh olsun dediği de yok. Çünkü müebbeden mahkum olmak bize çok da yabancı bir şey değildir. Sadece Ergenekon Davasının bazı sanıkları değil bu ülkede müebbede mahkum olanlar... İttihat ve Terakki’den bu yana vesayet çeteleri aracılığıyla vatandaşlık hakları sürekli askıya alınmış, varlığı hiçleştirilmiş, müebbeden darbeye mahkum edilmiş bir toplumuz. Türkiye Siyasal Tarihi dediğimiz şey, darbeler tarihidir.   

Ergenekon Davası, 12 Haziran 2007’de başlamıştı 5 Ağustos 2012’te bitti. İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın nihai anlamda kesinleşmesi, temyiz aşamalarından sonra gerçekleşecek. 66’sı tutuklu 275 sanık ve 23 ayrı dava konusu, klasörlerce bilgi ve belgesi eşliğinde, üstelik tüm itibarsızlaştırma kampanyalarının altında çalışan yargıçlar açısından da zorluydu süreç. Ellerinden gelse Şemdinli davasında hayatı bitirilen Savcı Ferhat Sarıkaya’ya veya Susurluk Davasına bakarken tek tek infaz edilen yargıçlara çevirirlerdi Silivri’deki yargı mensuplarını. Bunu yapamadılar belki ama sayelerinde Türkiye’deki tüm savcı ve hakimlerinin adı “cemaatçi”ye çıktı, bu kampanyayı utanmazca sürdürüyorlar darbe hevesi kursaklarında kalanlar. Çünkü onlara göre yargıç dediğin ya Emine Ülker Tarhan ya da Tansel Çölaşan gibi olmalıdır.

Ergenekonseverlere göre; siyaset kirli, seçim sandıkları yetersiz, yargı güvenilmez, halk bilinçsiz... Peki geriye ne kalıyor sizce? Levent Kırca’nın ahmak, hoyrat devrim/darbe saplantısından başka ne?

Dava, Türkiye’de cunta yargılayan ilk mahkemelerden olmanın tüm zorluklarını göğüslemek durumundaydı. Darbelerle ilgili ciddi bir birikimi olan Türkiye’nin ne yazık ki darbeleri yargılamak konusunda ciddi bir geçmişi, deneyimi yok. Hatta dava sonrası yapılan yorumlara baktığınızda darbe planlamanın normal, bunu yargılamanınsa nerdeyse insanlık suçu olduğuna dair tezviratlarla karşılaşıyorsunuz... Kendisi de 28 Şubat’ı gayet yakından bilen Ahmet Hakan bile bu hiçleştirme korosuna katılmışsa ne diyelim? Nazlıcan Özkan’ın dokunaklı haberleriyle okuduğumuz Levent Gültekin 28 Şubat’ın 14 yaşındaki çocuk mahkumu Yakup Köse’yi de tanıyordur sanırım. Bu arkadaşlar, yargılananların “gazetecilikten” değil, “darbecilikten” yargılandığını bilmiyorlar mı?

CNN, Financial Times, Independent, BBC gibi medyalarda dindarlarla laikler arasındaki hesaplaşma olarak sunuldu Ergenekon Davası.  ABD sözcüsü Marie Harf; “açıklanan kararı, verilen ağır cezaları kaygıyla izliyoruz” dedi. Nasıl kaygı duymasın ki hazret? “Our Boys” Mısırda darbeyi başarırken, Türkiye’de hüküm giydi...

Kimsenin darbeciliğe kalkışmayacağı ve kimsenin müebbeden mahkum olamayacağı bir Bayram temennisiyle...