İbrahim Güneş
İbrahim Güneş
Tüm Yazıları

Özel'den kafiyeli asgari ücret

Cumhurbaşkanı Erdoğan, patronlara seslendi, "Kefenin cebi yok" dedi... TİSK üyelerinden, asgari ücret görüşmelerinde ellerini taşın altına koymasını istedi. Erdoğan, içinden geçtiğimiz sürecin getirdiği ekonomik yüklerin elbette farkında, ancak meseleyi popülizm yapmadan çözmek için mücadele ediyor...

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in "Enflasyon öngörümüz yüzde 20'lerdeydi ama yüzde 31 gelecek" açıklaması dahi ayağımızı yere sıkı basmamız, fiyat istikrarı konusunda kararlı duruşun korunması gerektiğini gösteriyor.

Peki konuyla ilgili muhalefetin yaklaşımı ne? Daha önce meydanlardan "Kırmızı-beyaz en büyük Türkiye" diye amigo gibi tezahürat yapan Özel, asgari ücret meselesine de şiirsel yaklaştı...

Özel'den kafiyeli bir asgari ücret talebi geldi. İfadesi aynen şöyle: "Yalana dolana tokuz, asgari ücret olmalı 39..." Özel, ayrıca emekliler için de en düşük emekli maaşını bir buçuk asgari ücrete çıkarma, bayramlarda da birer asgari ücret ikramiye vermeyi vadetti. Sonra da dedi ki "Özel'in söz verip, tutmadığını gördünüz mü?"

Şimdi böyle tahrik eden bir soru sormasa meseleyi gündeme almayacaktım. Ancak bedava traktör vaadi için bizzat "Çarpıcı olsun diye öyle yazdık" diyen ta kendisi...

CHP'de bedava vaatler bir spor gibi aslında.

Kılıçdaroğlu da "Bedava elektrik" vadederdi, İmamoğlu ise bol keseden verdiği vaatleri hatırlatıldığında "Hatırlamıyorum" deyivermişti.

Neyse konuyu dağıtmayalım...

CHP Genel Başkanı Özel, "Ele verir talkımı kendi yutar salkımı" misali; işçiye, emekliye mavi boncuk dağıtıyor. Ama iyi hoş da insana sormazlar mı; "Madem bu kadar kolay o zaman CHP'li belediyelerde işçiler niye maaş alamadığı için günlerdir çıplak ayakla yürüyüp eylem yapıyor?"

TRUMP ÇOK DERTLİ

ABD Başkanı Trump, ikinci kez başkanlık koltuğuna oturduğunda vaadi ABD'yi yeniden büyük yapmaktı... İlk döneminde yediği kazıkları unutmamış, kuşatmalara karşı yeni önlemler geliştirmeye çalışmıştı. Ancak ABD'deki lobi kuşatması, bürokratlar sultası, Beyaz Saray'a yönelik kuşatılmışlık, zihinsel işgal gibi meseleler her daim ayağında bir pranga oldu...

Özetle iktidar oldu ama ne kadar muktedir oldu sorusu hala ortada duruyor... En büyük korkusuysa dünya liderliğini hem güvenlik hem de ekonomik anlamda Çin'e kaptırmak... Bu yüzden de kameraların karşısına geçti. Çin'den örnek verdi. Trump'ın "Birlik olmamız lazım. Çin birlik olmuş halde çünkü tek oy var. O da Başkan Xi'nin oyu. 'Yapın' diyor, konu kapanıyor" ifadesi bu açıdan dikkat çekici...

Trump'ın bugün gördüğünü Cumhurbaşkanı Erdoğan, 10 yıl önce gördü... 2017 yılındaki başkanlık referandumu bu anlamda önemli bir kırılma noktası oldu... Cumhurbaşkanını milletin seçmesinin ardından Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçilmesi en kritik hamlelerden birisi oldu... Zaten millet de bunu gördüğü için muhalefetin ısrarla parlamenter sisteme, koalisyonlar dönemine dönme vaadine prim vermedi. Şimdi şunun altını çizmek gerekiyor. Başkanlık sisteminin eksik, kusurları olması bunların düzeltilmeye çalışılması başka bir şey, eski Türkiye özlemine destek isteyip, yeniden koalisyonlar dönemini vadetmek başka bir şey...

Muhalefet sürekli olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı "Tek adam rejimi" diye karalamaya çalıştı.

Ancak elinizi vicdanınıza koyup siz söyleyin, içinden geçtiğimiz zorlu sınamalarda Erdoğan değil de Türkiye'yi altılı koalisyon yönetiyor olsaydı, halimiz nice olurdu? Bu yüzden muhalefetin ne teklif ettiğini iyi düşünüp tartmak gerekiyor.

Muhalefet her ne kadar gençlere sürekli toz pembe bir Avrupa tablosu çiziyor olsa da üstünde güneş batmayan imparatorluktan gelen rakamlar hiç de öyle söylemiyor... İngiltere'de evsizlere barınma desteği ve danışmanlık hizmeti sunan "Shelter" adlı yardım kuruluşuna göre ülkede 175 binden fazlası çocuk toplam 382 bin 618 kişinin evsiz durumda. Üstelik geçen yıla göre evsiz kalanların sayısında yüzde 8 artış var... Çocuk sayısındaki patlama aile kurumunun da nasıl yıkıldığını gösteriyor...

GÜÇ ZEHİRLENMESİ

Son dönemde Türkiye gündeminde tartışılan meselelere bambaşka bir açıdan bakmak istiyorum...

Mesele güç zehirlenmesiyle ilgilidir...

Ün, şan, şöhret, ekonomik güç, siyasal ya da yönetimsel güçle birlikte her şey değişmeye başlar. Kimileri zaten teşnedir, kimileri de zamanla karakter erozyonuna uğrar... Açık söylemek gerekirse kimse de büyük konuşmamalıdır. Zira gün gelir kendinizi tanıyamaz hale gelirsiniz.

Kafanızı duvara vurduğunuzda "İlk kırılma anı neydi?" diye hatırlamaya çalışırsınız. "Ben nasıl bu kadar savruldum?" diye sorgularsınız.

Ama etrafınızdaki insanlar değişir, mekanlar değişir, imkanlar değişir ve siz de değişirsiniz.

Öyle ortamlar, öyle tekliflerle karşılaşırsınız ki durduğunuz yeri korumak zorlaşır. Gerçeklik algınızda bozulmalar başlar, etik değerleriniz, dünyaya dair duruşunuzda erozyonlar oluşabilir.

Hele bir de "Kul hakkı yemekten korkmuyorsanız" zincirleme bir reaksiyonun içinde kendinizi buluverirsiniz.

Kurduğunuz güçlü ilişkiler ağına güvenir, etik ve yasal sınırların üstünde gezinmeye başlayıverirsiniz. "Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" sendromu da diyebiliriz bu duruma güç zehirlenmesi ya da şan, şöhret sarhoşluğu da... Ama bir gün gelir; duvara toslayıverirsiniz.

Bu yüzden mesleğimize başlayan gençlere, ekranlarda popüler olmaya başlayan yorumculara her daim ekran sarhoşluğuna kapılmamalarını, güç zehirlenmesi tehlikesine karşı dikkatli olmalarını öneririm...

Zira bu öyle bir etkidir ki sizi rehin alır, pençesinde kıvrandırır.

Karşı konulması gerçekten de çok zordur.

Ve belki de siz merdivenleri çıktığınızı düşünürken aslında iniyor da olabilirsiniz...