Özrü de düşünmeliyiz

Abdülkadir Selvi’nin, Selahattin Demirtaş’ın hendeklerin arkasındakilerin kullandığı silahların niteliğine ilişkin yaptığı açıklamadan hareketle yazdığı yazısını umarım okumuşsunuzdur. Okumayanlar için hatırlatalım; Perşembe günkü yazısında Selvi önce böyle bir şeyi söylemenin dünyanın başka yerlerinde mümkün olamayacağını örneklerle anlatmış, sonra da düşürülen Rus uçağının ardından Ortadoğu’daki siyasi dengelerin Türkiye’nin aleyhine değiştiğini vurgulamıştı.

Selvi, hem bölge halkının açtığı kredinin sınırsız olmaması sebebiyle Ankara’nın operasyonlar konusunda elini çabuk tutması, hem de Rusya ile olan ilişkileri bir an önce normalleştirmek gerektiğini, çünkü Rusya ile ilişkilerin bozulmasından sonra her şeyin “üstümüze üstümüze geldiğini” söylemişti. Onun tahmini bize dost bir yapının, yani sanırım Amerika’nın uçak düşürme işini yaptırdığı yönünde.

***

Selvi’nin tahmininin doğru olup olmadığını bilmiyoruz. Zaten Rusya kendisi düşürtmüş olsa da, Amerika’nın tuzağına biz düşmüş olsak da sonuç değişmiyor. Sonuçta bizim bir uçağımız aldığı emirler doğrultusunda bir Rus uçağını hava sahamızı ihlal ettiği gerekçesiyle düşürdü. Türkiye kimsenin yapmadığı, yapamadığı, yapmak istemediği ve üstelik de yapılmasını istemediği bir şeyi yaptı.

Daha da önemlisi Türkiye düşürme eylemini sahiplendi, egemenlik bölgesinin ihlaline bundan sonra da benzer tepkiler vereceğini belirtti. Evet, hava sahası ihlalleri -en azından bizim bildiğimiz kadarıyla- bıçakla kesilir gibi kesildi. Türkiye’nin kararlılığı caydırıcı etki yarattı. Ama kararlılığının siyasi ve iktisadi bedeli ağır oldu. Rusya ile olan ticaret yara aldı, Suriye ve Irak’ın geleceği konusunda Türkiye giderek daha az söz sahibi olmaya başladı.

Kriz tırmanırsa ve Rusya Türkiye’yi daha çok zorlarsa Ankara’nın elinde tabii ki başka imkanlar var. Ayrıca Ortadoğu’daki karşı karşıya kaldığımız tüm sorunlar da ilişkilerin gerginleşmesinden kaynaklanmıyor. PKK, Rusya Suriye’ye girmeden önce de vardı. İran hep Suriye’deydi. Suudi Arabistan ile Başika’dan önce de ilişkilerimiz mükemmel değildi. İsrail ve Mısır’la olan münasebetlerimiz zaten sorunluydu.

Şimdi bu sorunlu ve siyasi anlamda mayınlı alanların tek tek temizleneceği, İsrail ile çok yakın bir gelecekte en azından diplomatik ilişkilerin normalleşeceği anlaşılıyor. Selvi aynı yazısında Ankara’nın Rusya’yla da ilişkileri normalleştirip hızla Suriye masasına dönme çabası içinde olduğunu yazmış. Benim görebildiğim kadarıyla Rusya da aynı yönde bir çaba içinde. Zaman zaman sert çıkışlar yapsalar da Ruslar ipleri kopartmak istemiyor.

Rusya’nın talepleri de bence hiç karşılanmayacak talepler değil. Nihayetinde özür ve tazminat bekliyorlar. İki olayı karşılaştırmak çok doğru olmasa da, bizim Mavi Marmara saldırısından sonra beklediğimiz ve elde ettiğimiz taleplerden çok daha az. Türkiye Rus uçağını düşürmekte haklı olsa ya da haklı olduğuna inansa dahi, ilişkilerin geleceği ve Türkiye’nin bölgesindeki dengeleri değiştirebilecek olması yüzünden özrü fedakarlık olarak da dile getirmesi mümkün.

***

Belki doğrudan temasla, belki 24 Kasım’da ne olduğunu tam olarak ortaya çıkartacak bir uluslararası komisyon marifetiyle bu sorunun bir an önce aşılması şart. Ancak aynı zamanda hedef küçültmemiz de gerekiyor. Rus uçağını düşürmemiş olsaydık da artık bölgede düzen kurucu ya da sağlayıcı aktör olmayı değil, güvenliğimizi doğrudan tehdit eden PKK ve bir ölçüde DAEŞ ile mücadelede rol oynayabilmeyi amaçlamalıydık. Başkalarının PKK’nın yanında ve arkasında dikilmesini önlemeliydik.

Eğer İsrail Rusya’nın her türlü askeri varlığına rağmen Şam’da operasyon yapabiliyorsa, elindeki yetenekler ya da Amerika ya da bazılarının iddia ettiği gibi GKRY ile olan işbirliği sayesinde değil, hedeflerini sınırlı tuttuğu için yapabiliyor. Biliyorum ki kendi bölgemizde, arka bahçemizde söz sahibi olmalıyız diyeceksiniz. Haklısınız olmalıyız ama elimizdeki imkanlar, boğuştuğumuz sorunlar ve kurduğumuz ittifaklar ölçüsünde...