Öztürk’e bütün kapılar açılmış!

FETÖ yargılamalarının ‘darbe girişimi’ne ilişkin kısmında sona yaklaşıyor, bu önemli.

Zira ‘tabanı ibadet, ortası ticaret, tepesi ihanet’ olan örgütün ‘ihanet’ ekibi bu.

‘At izinin it izine karıştığı’ yer daha çok ‘ibadet’ ve az da olsa ‘ticaret’ kısmında.

Darbe girişiminin başını çeken asker ve sivil ‘ihanet’ çetesinde at izi de it izi de belli.

O yüzden bu davaların sona yaklaşması önemli.

Fakat;

FETÖ’nün ‘tedbir’ kuralı burada da sıkı işliyor.

Yani ‘yalan’ ve ‘inkar’…

Akıncı koridorlarında askerlerle konuştukları kamera kaydına yansımış olduğu halde ‘hayvan belgeseli’ çekmeye gittiğini söyleyenler;

Yakalandığında ilk ifadesini savcılıkta, savcılık ifadesini mahkemede reddedenler;
Avukatının ‘önceden planlanmamış’ açıklamasını da “Avukatım FETÖ’cü olabilir” diye reddedenler;
Görüntülerini, görüntülerde elindeki silahı reddedenler;
İşgale gittiği TV kanalında çalışanları tehditle gözaltına alma görüntüleri kamera kaydına alınmış olmasına rağmen ‘onları korumaya gittiklerini’ söyleyenler…

Uzatabilirsiniz...

Ancak ‘darbenin 1 numarası’ diye bilinen eski Hava Kuvvetleri Komutanı ve YAŞ üyesi Akın Öztürk’ün durumu farklı.

Öztürk, “darbe girişiminin başında işin içinde olmadığını, sonradan Hava Kuvvetleri Komutanı ‘git bak’ dediği için gittiğini ve Genelkurmay Başkanı ‘şunları ikna et, vazgeçsinler’ dediği için araya girdiğini” söylüyor özetle.

Elinden geldiğince ‘darbe mağduru’ komutanların tanık olduğu ‘doğruları’ tekrarlıyor.

Ama onlarla birlikte olmadığı zamanları ‘hızlıca geçiyor’…

Akıllarda ‘darbecilere mi çalıştı, yoksa onları vazgeçmeye ikna etmeye mi’ sorusu oluşturuyor.

Öztürk hakkındaki kanaat, Genelkurmay Başkanı helikopterle Çankaya Köşkü’ne giderken onu Akıncı’da bıraktığında oluşmuştu. O yüzden Başbakanlık’a götürülmedi.

Başbakanlık’ta ve sonrasında yapılan değerlendirme, “darbecilerle birlikte hareket ettiği, darbe girişiminin başarısız olacağına ikna olana kadar komutanların direnişini yumuşatmaya çalıştığı; ancak başarısızlığı görünce ‘arabulucu’ rolüne soyunduğu” yönünde.

Bu kanaat, mahkeme sürecinde verdiği ifadelerle de değişmemiş.

Çünkü hem kanıtlar güçlü, hem ifadeler çelişkili.

Soruşturma süreçlerinde bulunan bir kaynağım, çok önemli bir noktaya işaret etti:

“FETÖ, darbe planlamasında kendilerinden olmayanı, kendilerine yakın olsa da gevşek davranabilecek, itiraz edebilecek olanı ayıkladı, görevlendirmedi. Ancak Öztürk, lojmandan ‘darbenin komuta merkezi’ olarak kullanıldığı için çevresi özel kuvvetler ve MAK timlerince korumaya alınan üs komutanlığına ve üstelik darbecilerin bulunduğu odaya sivil kıyafetle elini kolunu sallayarak girebildi.

Kimi aradıysa görüştü, kimse telefona çıkmamazlık etmedi, telefona çıkan da darbeci komutanının nerede olduğunu açıkça söyledi.

Akıncı Üssü’nde Genelkurmay Başkanı Akar’la görüştükten sonra, darbenin yönetildiği 143. Filo binasına kendi ifadesiyle 4-5 kez gidip gelerek, darbecileri ikna etmeye çalıştı!

Yani darbeciler, kendilerini vazgeçmeye ikna etsin diye Öztürk’e izin verdiler!”

FETÖ’nün ‘firar’ eden bir subayı ‘infaz’ ettiği halde, Öztürk’e bütün kapıları açması çok şey anlatıyor.

Dahası da var:

- Akıncı’da, emir astsubayının ‘siviller odaya girdi, çay servisi yaptı’ demesine rağmen “Sivil kimseyi görmedim” demesi;

- ‘Ne oluyor’ diye sağı solu telefonla aradığını söylemesine rağmen, üste üst düzey rütbeli olan damadını arayıp hiçbirşey sormaması;

- İfadelerinde; saat 23:30’a kadar Genelkurmay’da çatışma olduğunu; uçakların alçak uçtuğunu; Genelkurmay Başkanı’nın Akıncı’ya götürüldüğü bilgisini aldığını; o saatte de Hava Kuvvetleri Komutanı’nın kendisini arayıp ‘ne oluyor bir bak’ dediğini; Akıncı’dan da ‘operasyon var, Akar burada’ bilgisini de aldığını söylemesine rağmen; ancak Akar’ı gördüğünde ve onun darbeci subayları gösterip ‘Bunlar bu işi yaptılar, konuş ikna et, darbeye kalkışıyorlar’ demesiyle olayı öğrendiğini söylemesi…

Bu yalanların hedefi ‘kendilerini kurtarmak’ değil.

Zira suçlarının delillerini kendileri de biliyor.

Ancak bir yalanla birden çok başka sonuçlar almayı hedefliyorlar:

Davayı sulandırmak; olayı ‘siyasi’ boyuta çekmek; savcı ve hakimleri ‘at iziyle it izini ayıramayacak’ hale getirerek başka sanıklar bakımından mağduriyet yaratmak, olan mağduriyetlerin de çözümünü zorlaştırmak.

Öztürk bunu daha ‘nitelikli’ yapıyor.