Özür özürdür işte

İsrail’in Türkiye’den özür dilemesiyle birlikte, ülkemizi, bölgemizi ve dünyayı nasıl algıladığımız, olup biteni ve yakın geleceği nasıl okuduğumuz üzerinde yeniden ve soğukkanlı değerlendirmeler yapmanın tam zamanı.

Geçtiğimiz Cuma akşamı Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile TRT ekranlarında sıcağı sıcağına gerçekleştirdiğimiz yayında, sürecin ayrıntılarını dinlerken, zihnimde son yılların unutulmaz kareleri dolaşıyordu.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Davos zirvesinde İsrail’li muhatabına yaptığı unutulmaz ‘One minute’ çıkışının hemen ardından ekranlara koşan emekli büyükelçilerin telaşı hala hafızamda. Ellerini kalbinin üzerine koyup ‘Allah’ım, Türkiye bunu İsrail’e nasıl yapar. Bunun bedelini bize çok ağır ödetirler’ diyen o isimler, acaba bugün ne düşünüyor. Doğrusu çok merak ediyorum.

Son gelişmeyi önünde arkasında birtakım gelişmeler ve kuşkular arayarak okumaya çalışanlara söylenecek söz yok. Böylesi bir özgüven sorununu gidermenin bilinen bir tedavi yöntemi de yok.

Bölgenin mevcut tablosuna ve değişim dinamiklerine, geçmişin kodları üzerinden bakanların yahut hali hazırda farklı güç dengelerinin parçası olarak duruş sergileyenlerin, Türkiye’ye ait herhangi bir başarıyı, gelişmeyi ya da heyecanı paylaşmasını da beklemiyorum.

***

İsrail’in Türkiye’nin bütün şartların kabul ederek özür dilediğini ilan ettiği anda bile, ortaya çıkan resmi metne rağmen farklı yorumlar yapanların; öte yandan hiçbir gelişmeden memnun olmamayı alışkanlık haline getiren karamsarların hala itibar görmesi elbette üzüntü verici. Ancak altını çizerek ifade edelim, herkes bu coğrafyada Ankara’nın varlığını, etkinliğini, attığı her adımda hesaba katacak, katmak zorunda. Herkesin bir an önce bu gerçeğe kendisini alıştırması gerekiyor.

Benzeri bir özgüven krizine yine son dönemin belki de en kritik başlığı olan ‘müzakere’ sürecinde tanık oluyoruz. Türkiye’nin böyle kritik bir süreci yönetemeyeceğini ya da yönetse bile bunu ancak ve ancak başka güçlerin uzantısı olarak yapabileceğini düşünenler, süreci baştan aşağıya bir ihanet olarak değerlendirenler; bunları ortak bir parantezde toplamak mümkün. Türkiye’nin son yıllarda nasıl bir hamle yaptığının, nereye doğru gittiğinin ve nasıl bir gelecek inşa ettiğinin farkında değiller ve bunun kolayca değişmesi de şimdilik mümkün görünmüyor.

***

Türkiye, bir bölge gücü olarak bugüne kadar kendisine sorun olarak dayatılan herşeyi, şaşırtıcı hamlelerle kendi gücünün bir parçası haline getiriyor. Sadece kendi topraklarında değil, yakın coğrafyasında yaşayan Kürtlerle kalıcı ve sahici bir barışın temellerini atmaya çabalıyor.

Elbette bunu yaparken aksayan, yanlış giden işler olacak. Elbette bunca yılın, hatta deyim yerindeyse koca bir yüzyılın birikimini, algılarını bir anda gidermek kolay olmayacak. Ancak insaf edelim ki Türkiye’nin istikameti doğru ve bu doğru yol üzerinde ona destek vermek gerekiyor.

İsrail’in özür dilemesi hem bir başlangıç, hem de şu ana kadar izlenen politikaların doğruluğunun somut ifadesi. Bunu sağa sola eğip bükmenin, önünde arkasında başka senaryolar üretmenin faydası bir yana, mantığını anlamak gerçekten zor. 

Hukuk tanımayan ve bunu uluslararası düzeyde her vesileyle ispat eden, deyim yerindeyse burnundan kıl aldırmayan bir ülkenin, hem özür dilemesi, hem de diğer şartları kabul etmesi, Ankara açısından basit bir itibar meselesinden çok öte anlamlar taşıyor.

Bunu doğru okumak, önümüze nasıl bir bölge ve dünya çıkardığı üzerinde kafa yormak, saçma sapan komplolar üretmekten daha faydalı olsa gerek.