Pakistan'da yeni bir kanlı siyasî entrika daha denendi

Pakistan'da 7 ay kadar önce, 10 Nisan günü, Amerika'dan icazetli entrikalarla Başbakanlık'tan düşürülen İmran Kahn'ın 3 Kasım günü, bir mitingde konuşma yaparken vurulması -ve bereket ki, mermilerin, İmran Khan'ın bacaklarına isabet etmesi, orada bulunan başka kişilerden 1 kişinin ölüp, bir diğerinin ağır olmak üzere, pek çok kişinin yaralanması-, Pakistan iç siyasetini daha bir zehirlemiş bulunuyor.

İmran Khan'ın düşürülmesi için 'Amerikan icazetli' diyoruz, çünkü, bu konuda Amerikan baskısı gizli değildi ve Rusya- Ukrayna Savaşı üzerine, Pakistan'ın Rusya'yı suçlaması için, başkent İslâmâbâd'daki Amerika ve Avrupa ülkelerinin 16 büyükelçisinin Pakistan medyasında bir bildiri yayınlamaları üzerine, İmran Khan, o büyükelçilere de şiddetle çatarak, 'Biz sizin köleniz miyiz? Siz ne derseniz onu mu yapacağız? Biz, Rusya, Amerika, Çin ve Avrupa Birliği ile de eşit seviyede irtibattayız, herhangi bir kampta da değiliz.' demişti.

Bu karşı çıkmayı, o elçilerin devletleri kabullenemediler ve hemen, 1-2 hafta sonra, Pakistan Meclisi'nde, İmran Khan için, bir parlamento darbesi sahnelenip, güvensizlik oyuyla azledildi ve yerine de, 2017 yılında 'yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle başbakanlıktan azledilip, siyasetten de men'olunan' ve halen Londra'daki yaşayan eski başbakan M. Nevaz Şerif'in kardeşi ve Pencab eyalet başbakanı Şahbâz Şerif başbakanlığa getirildi.

Şerif ailesi, son çeyrek yüzyılda dönemde önce Pencab Eyaleti'nde ve sonra da Pakistan siyasetinde, âdetâ bir 'son söz'ü söyleyen odak haline gelmiş, ama İmran Khan, ardında beşer planında, halk desteği dışında bir 'güç odağı' olmaksızın 'Şerif Ailesi'nin gücünü kırıp iktidara gelebilmişti.

*

Bu cümleden olmak üzere, İmran Khan, Mart- 2021 başında Pakistan Meclisi'nde şöyle bir ilginç konuşma yapmıştı:

'(...) İktisâdî durumumuzun iyi olmadığını söylüyoruz hep.

Üzerimizde ağır borçlar var. Ekonomik göstergeler de iyi değil. Bunlar bir hastalığın kendisi değil, belirtileri.

Hastalık başka.

Halkımızın ahlâkî değerleri kasıdlı olarak yıpratıldı, yıpratılıyor. Bu da iktisadî felâkete yol açıyor.

Bana, dünyada ahlâkî standartları yüksek, ama fakir olan bir ülke gösterebilir misiniz?

Ve aynı şekilde, zengin kaynaklara sahib olduğu halde, liderlerinin ahlâken yozlaşmaları hasebiyle durumu bozulmamış bir örnek söyleyebilir misiniz?

Ahlâk ve ekonomi. Bu ikisi birlikte yürümek zorundadır.

Bir düşünelim, bakalım: Temeli Medine'de atılan devlet nasıl yükselmişti?

Medine'de petrol ve altın mı keşfedilmişti?

Dünyanın gördüğü en sâdık ve emîn, güvenilir bir lider olan Peygamberimiz, o halkın maneviyat ve ahlâkını yüceltmişti.

Allah'u Teâlâ, Kurân'da işte bu yüzden bize, Peygamber'in yolundan gitmemizi buyurmaktadır; Allah'a bir fayda sağlayacağımızdan değil, bizim faydamız için.. (...)'

*

14 Ağustos 1947 günü istiklâlinin ilân edilmesiyle başlayan 75 yıllık bir maceranın bütününe baktığımızda İslâmî söylemlere âşinâ olan bir Pakistan Meclisi baştan beri vardı, ama, böyle bir konuşma da pek dile getirilmemişti.

Bu vesileyle hatırlayalım: Pakistan Devlet Başkanı Mareşal Eyyûb Khan, 1959 yılında İstanbul'a geldiğinde, bir Cuma namazı için Sultanahmed Câmiine gitmiş, amma, o zamanki Türkiye Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, 'Biz laikiz.' diye camie girmeyip câmi girişinde bir sandalyede oturarak beklemişti, misafirini.

Hatırlanması gereken bir diğer konu da, Mareşal Eyyûb Khan'ın, Pakistan- İran ve Türkiye arasında bir konfederasyon oluşturulması teklifi idi. Yani, bu devletlerin uluslararası hukukî şahsiyetleri devam edecek, ama bu üç ülke dış siyasette ve savunma konularında tek bir devlet gibi müştereken hareket edeceklerdi.

Böylece, Bengal Körfezi'ndeki Doğu Pakistan ve Pencâb vadisindeki Batı Pakistan olmak üzere, iki parçadan oluşan ve resmî adı Pakistan İslâm Cumhûriyeti olan bu ülke ile İran Şahlığı ve Kemalist Türkiye'nin birliğiyle, Balkanlar'a kadar uzanan bir coğrafî şerit üzerinde dev bir nüfus oluşacaktı.

Eyyûb Khan'ın bu teklifini Türkiye'nin o zamanki Başbakanı İsmet İnönü, 'Biz 200 yıldır Batı dünyasıyla birlikte hareket etmeyi seçtik.' diyerek, görüşmeye bile gerek duymadan reddetmişti.

*

Mareşal Eyyûb Khan, 11 yıllık bir Pakistan başkanlığından sonra 1967'de Ordu kumandanı Mareşal Yahyâ Khan tarafından kenara konuldu. Arkasından da Zülfiqaar Ali Butto iktidara geldi. Ama, 1971'de Bengal Körfezi'ndeki Doğu Pakistan, 1 milyon kadar insan kaybına yol açan korkunç bir iç savaş sonunda, 'Bangladeş' adıyla yeni bir devlet olarak, Pencab Vadisi'ndeki Batı Pakistan'la birliğine son verip, istiklâlini ilân etti; (sonraları kendisine Banga-Bandu/ Bengal halkının babası' unvanının da alan) Mûcib-ur'Rahman liderliğinde..

*

Temmuz 1977 başında ise, General Ziya-ul'Haqq, bir askerî darbeyle, Butto'yu iktidardan uzaklaştırdı ve yargılatıp 1978'de idâm ettirdi. Ziya-ul'Haqq da 1988'de, uçağına konulan bir bombanın patlaması sonunda hayata vedâ etti.

Sonra. Pakistan siyasetinin omurgası durumunda olan Pencâb eyaletinin etkili siyasetçisi olan Nevaz Şerif, 1991'de iktidara geldi, ama 1993'de düşürüldü; Butto'nun kızı Bînezir Butto 1993-95 arasında Pakistan Başbakanı oldu. 1995-97 arasında ise, Nevaz Şerif tekrar Pakistan Başbakanlığına geldi. Ve ama bu sefer de General Perviz Müşerref tarafından yapılan bir askerî darbe ile iktidardan uzaklaştırılıp, Suûdî Arabistan'a sürgüne gönderildi.

2007'de ise, Bînezir Butto seçim kampanyası sırasında gerçekleştirilen bir bombalı saldırıda öldürüldü.

Nevaz Şerif ise, 2013 yılında bir kez daha Pakistan Başbakanlığı'na geldi seçim kazanarak, ama Yüksek Mahkeme tarafından, 2017 yılında yolsuzluk suçlamasıyla azledilip, siyasetten men olundu. Amma, şimdi de kardeşi Şahbâz Şerif başbakan oldu.

Bütün bu gelişmelerin arka planında, siyasete güçlü şekilde devamlı müdahale eden ve âdeta Pakistan Derin Devleti konumundaki Pakistan Ordusu'nun olmadığını düşünmek safdillik olur.

Şimdi, İmrân Khan'ın vurulmuş olmasının, Pakistan'ın gelecek siyasî şekillenişinde etkili olacağı söylenebilir.

*

Bu arada Hindistan ve Pakistan'ın, Keşmir Meselesi yüzünden 3 kez savaştığını ve Keşmir'in bir kanayan yara olarak hâlâ durduğunu ve 1 milyar 300 milyon nüfuslu Hindistan'ın Başbakanı Narendra Modi'nin giderek artan Müslüman düşmanı siyasetinin Hindistan içindeki 275 -300 milyonluk dev Müslüman kitleyi de rahatsız ettiğini ekleyelim.

Kısaca, zor bir coğrafya ve Pakistan'ın geleceği de giderek belirsizleşiyor.

*