Paralel savcı tehdit ediyor: ‘Sonu Menderes gibi olacak’

Bu yazının başlığı, “Cumhuriyet gazetesi daha beyaz yıkar” olacaktı ama durumu dosdoğru anlatmayı tercih ettim. 

Durum şudur:

Görevden el çektirilen 17 Aralık soruşturmasının savcısı Celal Kara tehdit ediyor, paralel yapıdan çok çekmiş Cumhuriyet gazetesi de bu tehdide çanak tutuyor.

Evet, yine bir Can Dündar röportajı...

Romantik isyankâr soruyor, “demir leblebi” yanıtlıyor.

Demir leblebiden kastım, savcı Celal Kara... Mahviyet barındıran yumuşak yüz hatları ve acıklı bakışları yanıltmasın sizi. Celal Kara, o yumuşak görünüşünün altında, dizginlenemez bir öfke barındırıyor... Bunu gizleyemiyor... Hani, “nefret öznesi” ilan edilen şahsı eline verseniz, parçalayacakmış gibi... Öyle sert sözler söylüyor, öyle “cüretkâr tehditler” savuruyor ki, insan ister istemez ürperiyor ve “Yargı bunlara mı emanet edilmişti, vah!” diye hayıflanıyor.

Bu ikinci Celal Kara röportajı...

İlkini de Can Dündar yapmıştı... Sorduğu sorularla paralelcileri öylesine aklayıp paklamıştı ki, biricik meselesi Cemaat olan ve “Din Baronu” gibilerden kitaplar yazmış bulunan Hikmet Çetinkaya’yı bile şaşırtmıştı.

Bu röportajları “gazetecilik çabası”nın bir ürünü olarak görebilir miyiz?

Elbette göremeyiz...

Patronları emir veriyor, Can Dündar yerine getiriyor. (Buradan bakarak, patronaj yapısının nasıl oluşturulduğunu tahmin edebilirsiniz. Sözcü’den sonra, Cumhuriyet gazetesi de paralel yapının kontrolüne girdi. Bu çok açık...)

Burada bir “gazetecilik” aramıyoruz.

Gazetecilik endişesiyle kalkışsalardı, sadece bugünün mağduruna (yani Celal Kara’ya) değil, dünün mağduruna da (örneğin Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’e de) mikrofon uzatırlardı... Meslekten ihraç edildiği için gadre uğradığını düşündükleri Celal Kara’nın imdadına koşan Cumhuriyet gazetesi, ilginçtir, Celal Kara’nın gadrettiklerine bakmıyor bile. Hakikaten ilginç...

Peki, ne anlatıyor Celal Kara?

Ne anlatacak? Tehdit ediyor...

Bugün kendilerine bu akıbeti yaşatanların (yani hükümet ve bir kısım yargı mensuplarının), yarın “ağır cezada yargılanacaklarını” söylüyor.

Hadi buna “tamam” diyelim...

Şartlar değişsin diye bazılarının ellerini ovuşturarak beklediklerini ve gün saydıklarını, hatta bu uğurda şeytanla bile işbirliğine girdiklerini biliyoruz, esasında çok da yadırgamıyoruz...

Bu işler böyledir.

Büyük düşünür Yılmaz Özdil’in de söylediği gibi, “gücü olan dayatır...” Ülkemizde hukuk düzeni böyle şekillenmiştir... Gücü olan dayatıyor. Burada bir problem görmüyoruz. (Bu cümleden olarak, ErgenekonBalyoz ve Askeri Casusluk Davaları’nın nasıl bir dayatmanın “ürünü” olarak ortaya çıktığını Cumhuriyet yazarlarının sütüne ve vicdanına bırakıyoruz. Bakire bir hanımefendiye bekâret raporu aldıran vicdansız cemaat savcıları için de söyleyecekleri bir çift söz vardır herhalde.)

Problem şu:

Dayatma imkânı ortadan kalktığı için öfkelenen ve cemaati adına tehditler savuran Celal Kara, ikide bir Menderes anıştırması yapıyor.

Bir anlamda darbeye (yani Başbakan asan 27 Mayıs’a) meşruiyet atfediyor.

Menderes, Meclis’te bir “Tahkikat Komisyonu” kurduğu için asılmış... Oysa bunların suçu (yani Erdoğan ve çevresinin suçu), Menderes’inkinden daha ağırmış. Hiç kaçarları yokmuş. Mutlaka hesap vereceklermiş. Müebbetlik suçla yargılanacaklarmış...

Ben de Celal Kara’ya şunu sormak istiyorum:

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’i niçin tutukladınız?

Hadi Zarrab’ı, para hareketlerini, rüşvet iddialarını anladık diyelim. (Anlamadık ama anladık diyelim.)

Mustafa Demir’i niçin tutukladınız?

Hangi suçunun, hangi cürümünün, hangi usulsüzlüğünün karşılığı olarak?

Dahası şu:

Bazı sanıklara, “İki dakikan var. Erdoğan’ı suçla, buradan elini kolunu sallayarak çık” derken hangi kamu yararını gözetiyordunuz?