Paralel tehdit ne zaman bitecek?

ABD’nin kurucularýndan James Madison’ýn meþhur bir sözü vardýr. “Savaþ” der, “özgürlüðün en korkulasý düþmanlarýndan biridir; çünkü savaþ, her zaman, yürütmenin keyfi gücünü geniþletir”.

Türkiye’nin iyi bildiði bir dinamiktir bu. Eski elitleri, yani Kemalistleri hatýrlayalým: Ülkeyi bir “baðýmsýzlýk savaþý” sonrasýnda devralmýþlar, “savaþ” ortamýný sürdürdükleri ölçüde de özgürlüðü boðmuþlardý. “Ýç ve dýþ düþmanlar”a karþý yürüttükleri mücadele, güçler birliði, basýna sansür, askeri darbe gibi otoriter araçlar üretmiþti.

Kemalistlerin bir türlü göremediði nokta ise, sürekli savaþtýklarý “iç düþmanlar”ý üretip duran þeyin biraz da bizzat kendileri olduðuydu. “Ýrtica”nýn kendi Jakoben laikliklerine, “bölücülük”ün kendi asimilasyonist milliyetçiliklerine tepkiyle beslendiðini fark edemediler. Çünkü kendilerine dýþarýdan bakma veya dýþarýdan gelen eleþtirilere kulak verme gibi meziyetleri yoktu. O yüzden kendilerini müthiþ haklý, düþmanlarýný da müthiþ hain gördüler hep. Komplo teorilerine, Sevr paranoyasýna aþkla sarýlmalarý bundandý.

Sonra, çok þükür, AK Parti geldi, bu ezberleri bozdu. “Artýk dört bir tarafý düþmanlarla çevrili bir ülke deðiliz” dedi Sayýn Baþbakan. Kemalist rejim ile Kürt milliyetçileri arasýnda süregiden kanlý savaþý “barýþ”la bitirmeye cesaret etti. Çözümü, iç düþmanlarýn “kökünü kazýmak”ta deðil, onlarla müzakere etmekte gördü. Ýyi de yaptý.

Gelgelelim, bugün tablo biraz deðiþmiþ durumda.

Aslýnda, evet, AK Parti hâlâ Kemalist rejimin “iç tehdit” algýsýnýn açtýðý doksan yýllýk yaralarý sarmaya çalýþýyor. Ýrtica kavramýnýn tarihe karýþmasý, Kürtlere ve gayrý-Müslimlere yönelik açýlýmlar ilk akla gelenler. Hepsi takdiri ve desteði hak ediyor.

Ancak dikkat ederseniz son dönemde, yani AK Parti’nin iyice muktedir olmasýndan bu yana, yepyeni “iç tehditler” çýktý ortaya: Önce Gezi hareketi, sonra “paralel devlet.”

Bunlardan ikincisiyle yürüyen kavga öyle bir noktaya geldi ki, “ikinci bir istiklal harbi” niteliði kazandý. Bu “savaþ” halinin ivedi sonucu da, Madison’ýn dediði gibi, yürütme gücünün aþýrý geniþlemesi oldu.

HSYK ve internet düzenlemeleri, bilhassa önerilen MÝT kanunu, bunun aþikar örnekleridir. Hepsi olaðanüstü bir hal karþýsýnda alýnmýþ olaðanüstü tedbirlerdir. Olaðan demokrasilerin bilinen usullerine uymadýðý, baþta AB kurumlarý olmak üzere, pek çok objektif gözlemci tarafýndan vurgulanmaktadýr.

Ýktidar ise, bu tedbirlerin “durduk yere” alýnmadýðýný, çok güçlü bir “içtehdit” karþýsýnda gerektiðini söylemektedir. Öyledir de hakikaten algýsý.

Peki ama ya bu savaþ durumu, tam da eskiden Kemalistlerin içine düþtüðü gibi bir kýsýr döngüye hapsederse bizi?

Ya tehditler hiç bitmez, biz de giderek daha olaðanüstü hallere sürüklenirsek?

Öyle ya, “paralel devlet” tehdidinin sona erdiðine nasýl ve ne zaman ikna olunacaktýr? Ýktidarý tedirgin edecek tek bir yargý tasarrufu dahi kalmadýðýnda mý?

Tehdit bitti dense bile, hemen olaðan hale geçecek midir midir Türkiye? Kanunlar yeniden AB standardýna dönecek midir? Yoksa “su uyur, düþman uyumaz, hele dur bakalým” mý denecektir? Elindeki gücü gönüllü olarak azaltan hiç görülmüþ müdür ki?

Ya bu arada devlet gücünün iç düþman saydýðý sosyal gruplar daha da keskinleþirse?

Açýkçasý, benim endiþem, Eski Türkiye’yi otoriterleþtiren iç çatýþma dinamiklerinin Yeni Türkiye’de (yeni eksen ve tanýmlarla) yeniden tetiklendiði. Onun için, sonuna kadar savaþ diye tempo tutanlarýn aksine, diyalogtan, uzlaþýdan, barýþtan yanayým.

Çünkü inanýyorum ki, her “iç tehdit” aslýnda Türkiye sosyolojisinin ürünüdür. Huzura kavuþmamýzýn yolu da, her hangi bir unsura karþý zafer kazanmak deðil, her unsuru makul müþtereklerde uzlaþtýrmaktýr.