Pardon kim kimi affediyor?

Başbakan Erdoğan’ın geçen ay bir yanında Şivan Perwer, diğer yanında Mesut Barzani olduğu halde Kantar kavşağından Diyarbakırlılara hitap ederken kurduğu bir cümleyi duyduğumda “işte ihtiyacımız olan şey bu” demiştim; “sorunları aşmak, yaraları sarmak için evet bu cümle daha sık söylenmeli, ama mutlaka hayata geçirilmeli!”

“Diyarbakırlı kardeşim, Kürt kardeşim, Zaza kardeşim, Arap kardeşim!” diyordu Başbakan: “Bu cumhuriyet, bu devlet, bu bayrak, bu vatan senindir! İstanbullu, İzmirli, Ankaralı, Trabzonlu bu ülkenin ne kadar sahibiyse sen de o kadar sahibisin. Artık kimse kendi vatanında ayrımcılığa uğramayacak!”.

Meydanda kalabalığın nasıl dalgalandığına, insanların sarsılarak ağladığına, ömrü eza cefa ile geçmiş yaşlı sabırlı insanların ellerini göğe kaldırıp şükrettiğine şahit olmuştum.

***

Toplumun farklı kesimlerinde farklı yaralar açan zihniyet açıkça bu ülkenin sömürgecisi ilan etmişti kendini.

Yok sayıyor, hor görüyor, itip kakıyordu insanları dini, dili, mezhebi, etnik kökeni nedeniyle.

Köle pazarından satın aldığı kölelermiş gibi davranmaya hak görüyordu kendinde.

Kurduğu müsamere düzeninin devamı için bir avuç sermayecisi ve işbirlikçi sendikacısıyla, askeri ve sivil bürokratıyla, yarım okuryazarı ve medyacısıyla ezber belletiyor, ıslahın gayri mümkün olduğu durumlardaysa mecburen ya darp ediyordu halkın iradesini, ya balans ayarına tabi tutuluyordu.

Eldeki kırbaç toplumsal bir kesimin sırtına inmemişse eğer, pat pat vurulurdu çizmelere, hizaya gelsinler diye.

***

Bir asırlık geçmiş zaman dilimine dönün ve tek tek bakın mesela o zihniyetten insanların suratlarına.

Hepsinde aynı tiksinen ifade.

Ayıp kaçacak, pek çağcıl durmayacak diye anayasaya açıkça yazılamayan o “bazı insanlar diğerlerinden daha eşittir”in acısını her fırsatta çıkarmaya ahdetmiş, dişler sıkıca kenetlenmiş.

Bu cahil, bu kara kuru, kısa boylu kıllı kalabalıklara, bu köy kökenlilere, bu konfeksiyon giyimlilere “feda” etmiş yine de bazıları hayatlarını, burunlarını tutarak da olsa.

Onca emeğin karşılığında azcık Batılı, azcık laik, azcık çağdaş ve döpiyesli görünmeleri karşılığında.

Değilse ya “ikna odası”nı boylayacaklar, ya “kamusal alan”dan kovalanacaklar. Vaktiyle Nevzat Tandoğan’ın zabıta marifetiyle şalvarlıları poturluları Ankara’nın şık meydanlarından kovalattığı gibi.   

***

Evvelkilerle kıyaslanmayacak denli emek sarf edilmiş, “post modern” etiketiyle kamufle edilmiş de olsa 28 Şubat’ın apaçık bir darbe olduğunu elbet en iyi o darba maruz kalanlar bilir.

Önceki gün hesap vermeden göçüp giden darbeci Teoman Koman’ın kendilerine de, eriyip tükendikten sonra ipe çekilen Başbakan’a da aynı nazarla baktığını bilir ve unutmazlar.

İmdi:

Bin yıl süreceği ilan edilmiş bir darbeye ve darbe düzenine karşı, başka darbeleri göze alarak mücadele vermiş insanların yüreği hakikatli bir yargılama olmadan soğur mu dersiniz?

Önceki darbelerden farklı olarak rol dağılımında esaslı yeri bulunan “beşli çete”ye “gel buraya” dahi denmemişken, manşetlerden infazlar gerçekleştirenlerin arınmak için heyet karşısına çıkmak yerine taa Nirvana’ya kadar çıktığı ama ne mahkemenin ne kamuoyunun huzurunda af bile dilemediği süreç böyle nihayetlenir ve adalet duygusunu incitirse bedelini kim öder?  

Koman gitti ama aktörlerinin çoğu hala hayatta, deliller apaçık ortada. Türkiye bu yakın zamanlı utanç verici darbeyle yüzleşemezse 27 Mayıs’tan başlayarak bütün bu küstah yerli sömürgecilerin hiyerarşisini ve onlar karşısında kendi acziyetini kabullenmiş de olmayacak mı?

Ve “Bu devlet, bu bayrak, bu vatan herkes kadar senindir de! Artık bu ülkede hiç kimse kendi vatanında ayrımcılığa uğramayacak!” inancı sarsıcı şekilde boşa çıkmayacak mı?

- Söylemezsem çatlarım: Mustafa Balbay vakasında yanlış olan ve eleştirilmesi gereken şey uzun tutukluluk sürelerinin bizatihi cezaya dönüşmüş olmasıydı. Bunu ifade etmek aynı kişinin Ergenekon davasında 34 yıl 8 ay hüküm giydiği gerçeğini değiştirmiyor.