Paris yürüyüşü

Paris’te yüzbinler yürüdü. Terörün her türünü, ifade özgürlüklerine karşı şiddet kullanımı ve inançlar üzerinden yapılan ayrımcılıkları kınamak için insanlar sokağa döküldü.

Yürüyenler sadece Fransızlar olsaydı, terör saldırılarına karşı ulusal bir dayanışmanın sergilendiğini söylemekle yetinilebilirdi. Sadece bu yönüne bakıldığında bile, ibret alınacak konulara dikkat çekmek gerekiyor.

Bunlardan ilki, rakip siyasi parti liderlerinin omuz omuza  görüntü vermesiydi. Yabancı düşmanlığı konusunda neredeyse Milliyetçi Cephe kadar keskin politikalar üreten Sarkozy bile, Cumhurbaşkanı Hollande’ın yanında yerini alabilmişti. Gelişen olaylar muhtemelen birine oy kaybettirirken diğerine oy kazandıracak. Ancak saldırının partiler üstü bir konu olduğu, ancak böyle gösterilebilirdi.

Diğer önemli nokta ise Fransa’daki farklı dini grupların liderlerinin birlikte yürüyüşe katılmalarıydı. Bu, toplumların farklı kesimlerini birbirine düşürmeye meraklı kesimlere karşı çıkışın ifadesi oldu. Diğer bir ifadeyle, bu yan yana geliş hem radikal İslamcıların hem de radikal İslam karşıtlarının tahriklerine karşı verilmiş bir yanıttı.

Uluslararası boyut

Paris’teki yürüyüşün bir diğer boyutu ise uluslararası tepkiydi. Avrupa liderleriyle birlikte Ortadoğu ve Afrika’dan gelen liderlerin yan yana yürümesi, önemliydi. Bununla birlikte kol kola giren liderler arasında keşke Suudi Arabistan’dan, Rusya’dan, İran’dan gelen siyasiler de olsaydı. Zira “terör-teröre destek veren ülkeler” konusundaki kuşkular giderek yüksek sesle dillendirilir oldu; dolayısıyla yaşanan her terör saldırısı parmakların bazı devletlere dönmesini daha rahat sağlar hale geldi. Korkarız şüpheli ülkeler listesine olan ilgi artarsa, o ülke yurttaşları için de ayırımcılık çoğalacak.

Ayrıca keşke Gazze’den ve Mısır muhalefetinden de katılan siyasiler olsaydı. Radikal İslami teröre esas onların çağrısının ilaç olacağı bilinmesine rağmen, sahnede görülmemeleri sağlanınca, tepkilerin bir tarafı eksik kalıyor.

Yürüyüşe katılanlar bakımından ilginç sahnelerden biri de Netanyahu ile Mahmud Abbas’ın yakın pozisyonda yerlerini almalarıydı. Musevi marketine saldırı yapıldığı için İsrail ile ilişkilendirilmiş bir durum olabilir, dolayısıyla Netanyahu’nun varlığı bir açıdan anlamlı. Ancak teröre karşı eylem yapacak en son kişinin Netanyahu olarak da görülmesi mümkün. Zira İsrail terörün sadece bir türüyle ilgilenir; kendisi tarafından yapılanlarla değil.

Ve Türkiye

Türkiye, yürüyüşe katılarak pozisyonunun hiç de basın yoluyla kendisine atfedilen pozisyon gibi olmadığını; radikal İslami teröre karşı olduğunu gösterdi. Ayrıca, Avrupa’nın bir parçası olarak ön saflarda yerini aldı.

Buna rağmen hala aranan terörist kadının Türkiye üzerinden Suriye’ye gittiği haberleri yayınlandı. Sanki Fransa “aranan kişi” diye bir bildirimde bulunmuş da, Türkiye bile bile göz yummuş gibi.

Türkiye’nin radikal İslam’a su taşıdığı iddiasının terörle mücadeleye ne katısı olur bilinmez. Ancak tam tersine Türkiye’nin bu konuda bir teminat olduğu anlaşılsa, bir de sahip çıkılsa, terörle mücadele çok daha etkili olacak.

Ama bu tür ithamlar gösteriyor ki, terör nedeniyle ölenler boşuna ölüyorlar. Konu bir “dava” konusu değil. Konu küresel rekabetin geldiği boyut. Rekabet sürdüren tarafların koalisyonları yapısal değişime uğruyor. Görünen o ki AB ülkeleri birbirlerine rağmen “iş” görmekten caydırılmış durumdalar. Eğer bu süreç çalışırsa, hepsi birlikte belki Türkiye’ye yeniden bakmayı, ama olumlu anlamda bakmayı akıl edebilirler.