Doksanlı yıllardaydı. Bir gün Almanya’da Hamburg’dan Berlin’e gitmek üzer yola çıkmıştık. Bir caddede alışılmışın dışında bir kalabalık gördük. Zülüfleri sağlı sollu sarkan kara kara elbiseler giyinmiş yaşlı genç karışık bir grup sessiz bir protesto eylemi yapıyordu. Gazetecilik dürtüsüyle arabayı bir kenara çektik arkadaşımla olay mahalline gittik.
Yahudi cemaatiymiş. İkinci cihan harbinde toplama merkezi olarak kullanılan bir yere ticaret merkezi inşa edilecekmiş, onu protesto için dünyanın dört bir tarafından gelmişler. Polis tedbir almış. Olayı hem Yahudilerden hem polis şeflerinden öğrenmeye çalıştık. Bol miktarda fotoğraf aldık. Haber yapmak için gerekli malzemeyi elde ettikten sonra ayrıldık. Berlin’e gittik.
Berlin’de Türkçe yayın yapan bir TV kanalı vardı. Ziyaret edip haberi verdik. Orijinal bir haberdi sevindiler ama, “Bi dakka!” dediler, “Burada Yahudi yazıyor bunu düzeltmemiz lazım böyle olmaz.”
“Allah Allah neden? Adamlar Yahudi’ydi!”.
“Alman basınında Yahudi kelimesini kullanmak yasak onun yerine Musevi yazacağız.”
***
Niye mi anlattım bunu.
Bizim basında -isimleri lazım değil, onlar kendilerini biliyor siz de tanıyorsunuz- bazıları hâlâ Charlie Hebdo dergisinin peygamberimizi aşağılayan karikatürler yayınlanmasını ifade hürriyeti ve basın özgürlüğü olarak değerlendiriyorlar da onun için.
Antisemitizm nefret suçu olarak kabul ediliyor ve herhangi bir hakaret içermediği halde senin Yahudi kelimesini bile çağrıştıracağı olumsuzluklar sebebiyle kullanman yasaklanıyor.
Amma sıra İslam Peygamberine hakarete gelince ifade ve basın özgürlüğü oluyor.
Benim işaret etmek istediğim nokta işte tam da burası.
Batılılar İslam ve Müslümanlar söz konusu olunca hemen çifte standart politikalarını tedavüle sokuyorlar.
***
Batılı siyasetçiler bu hususlarda uyarılınca cevapları hazır, “Efendim burası demokratik bir ülke ve basın özgürlüğü var.”
İşte buyur çifte standartlı basın özgürlüğünün sizi getirdiği nokta.
Terörü elbette ki savunmuyoruz. Söylemek istediğimiz batının bu olaylardan ders almasıdır.
Ne mi yapmalıdır?
Yapacağı ilk iş tıpkı antisemitizm gibi başta antiislamizm olmak üzere inançlara ve manevi değerlere hakareti de nefret suçları kapsamına almak olmalıdır. Hem de vakit kaybetmeden.
Milyonlarca Müslümanın yaşadığı batı, islamofobianın önüne geçmezse ve antiislamizmi nefret suçu kapsamına alıp yasaklamazsa bu olayların önünü alamaz.
Bakın, Charlie Hebdo olayından bir gün sonra Hamburg’da bir gazete aynı karikatürleri yayınlayınca ertesi gün kundaklandı!
Lamı cimi yok, huzur istiyorsa batı birlikte yaşama kültürünü geliştirmeli ve Müslümanlara ikinci sınıf muamelesi yapmaktan vazgeçmelidir.
***
Batının atacağı ikinci önemli adım da Paris yürüyüşüne katılarak anlamlı bir ders veren başbakan Davutoğlu’nun söylediği gibi Charlie Hebdo olayına gösterdiği tepkiyi İslam dünyasındaki terör olaylarına karşı da göstermesidir.
Devlet Bahçeli ne güzel söyledi, “Paris’te ölenin; Kerkük’te, Telafer’de, Musul’da, Bağdat’ta, Şam’da, Gazze’de, Trablus’ta ölenden üstünlüğü ve fazlası yoktur.”
Libya kan gölüne döndü, Mısır darbecilerin elinde inliyor, Suriye’de ölüm kol geziyor, Irak’ta her gün onlarcası teröre kurban gidiyor, Yemen’de gün geçmiyor ki bir terör olayı yaşanmasın.
İslam dünyasında yüzbinler ölüyor batı sadece Paris’teki 12 kişiye ağlıyor!
***
Batının atacağı üçüncü adım da terör örgütlerine ve radikalizme davetiye çıkaran politikalardan vazgeçmesidir. İslam dünyasında müdahale etmediği alan kaldı mı? Ne El Kaide ne IŞİD ne ne de Bokoharam Müslüman yöneticilere tepki olarak zuhur etmedi.
Hepsi İslam ülkelerine yönelik batı politikalarının sonucudur!
Düne kadar da PKK’yı koruyup kollayan ve bugün hâlâ besleyen batı değil mi?
***
Sahi devlet terörü estirip binlerce masumu katleden işgalci Netanyahu’nun Paris yürüyüşünde ne işi vardı?
Efendim, Hollande istememiş de Netanyahu ısrar edince Hollande de o zaman Mahmud Abbas’ın gelmesini şart koşmuş.
İşe bak sen.
Zalime engel olma mazlumu sermaye yap.
Ayıptır ayıp!
Zalime yardım halka zulümdür.