Partilerin potansiyelleri

"CHP bir erken seçimde oy arttırır mı? Kayıp mı eder? Seçmen sandığa şu düşüncelerle gitmez mi? 

- Kılıçdaroğlu 2009 yılından bu yana her seçimi kaybediyor...

- Aldığı oylar koyduğu limitlerin altında kaldığı halde sözünü tutup istifa etmiyor.

- İddiasını yüzde 35’ten yüzde 26’ya çekti.

- Partisinin tek başına iktidara geçeceğine kendisinin de inancı kalmadı.

- Seçim kampanyası boyunca hırsızlığın, yolsuzluğun hesabını soracağını söyledi fakat seçimden sonra hesap soracağı partiyle koalisyon ortağı olabilmeye soyundu.

***

İnsanlar bu tablo karşısında neden CHP’ye itibar etsin.

Seçmen, üç parti arasında anlaşamıyor en iyisi tek parti iktidarı diyerek tekrar AKP’ye yönelmeyecek midir?

Hem Kılıçdaroğlu seçim kampanyasında halka ne diyecek?

Tek başına iktidar iddiasını kaybettiğine göre ne vereceği vaatlerin kıymeti kaldı, ne hesap sorma umudu...

Kemal Bey’in tek yapması gereken, verdiği sözü tutarak genel başkanlıktan istifa etmesi, Kurultay’a gitmesidir.

Bu sonu yaşamamak için bir koalisyona tutunma çabası belki onun koltuk ömrünü uzatacak ama partinin ömrünü kısaltacak.”

Bu değerlendirmeler Milliyet yazarı Melih Aşık’a ait. Aşık CHP’ye yakın bir yazar. Ancak bana göre tespitleri isabetli. Aşık bu tespitleriKılıçdaroğlu’nun muhtemel bir erken seçimde CHP oylarının aynı kalacağı veya 1-1.5 puan artabileceği yönündeki sözleri üzerine yapıyor. Yani demek istiyor ki, “CHP’nin oyları aynı da kalsa, 1-1.5 puan artsa da siyasi denklem değişecek değil, CHP sahici bir oyun kurucu haline gelemeyecek.”

Evet, koalisyon temasları başlarken bir bakıma her partinin mevcut ve yapılacak bir tekrar seçimdeki kıymet-i harbiyesi de açık veya örtülü biçimde masaya geliyor. Belli ki koalisyon görüşmeleri bir tekrar seçim gölgesinde yapılacak ve belli ki “Kim tekrar seçimde daha avantajlı gözüküyorsa” onun eli güçlü olacak.

Tabii ki arayış Hükümet kurma arayışı. Yani ülke için bir hükümet gerekli. Seçim, Meclis’in içinden bir hükümet çıkarmak içindir. Her parti yönünü hükümet oluşturmaya dönük olarak belirleme durumundadır. HDP’nin, çok özel konumu sebebiyle bu denklemin dışında kalması tolere edilebilir. Ama mesela MHP’nin kategorik olarak hükümet çalışmalarından kaçıyor görüntüsü vermesi onun lehine görülemez.

Durum bu olunca, muhtemel bir tekrar seçim durumunda, hükümet olmaya en yakın parti olmak, kuşkusuz bir avantajdır. İşte o noktada CHP’nin oyunu en fazla 1-1.5 artıracak olması ulaşacağı nihai oy oranını yüzde 26 - 26.5’a çıkaracağı için cazibe merkezi olabilme potansiyeli taşımayacaktır.

Bu noktada halen oy oranı yüzde 41 olan Ak Parti’nin ipi göğüslemeye en yakın parti olarak, 7 Haziran’da HDP’ye baraj aştırmaya benzer bir “oy verelim iktidar olsun” psikolojisinin desteğini bulması mümkündür.

Koalisyon görüşmelerinin ikinci etkin malzemesi, “olmazsa olmaz” konumda bulunmaktır.

Seçimden bu yana geçen bir aylık süre, ister rutin işleyişin sonucu, ben ihtimal vermiyorum ama ister Cumhurbaşkanı’nın özel taktiği ile devreye girmiş olsun, bence çok faydalı olmuştur. Bir kere bu bir aylık sürede, seçimlerde kullanılan malzemelerin partilere sağladığı makyaj silinmiş, -ki daha göreceklerimiz de var- her partiye daha gerçekçi bir gözle bakma imkanı ortaya çıkmıştır. Bunun da, özellikle muhalefet blokundaki ilişkileri gerçek boyutlara indirdiği açık. O da “blokun çökmesi” sonucunu doğurmuştur.

Şu anda, muhalefet bloku ile hükümet kurulamıyor, bir.

Ak Partisiz hükümet çıkmıyor, iki.

Evet, Ak Parti de, çok sorunlu olacağı ve ancak bir erken seçim için göze alınacağı bilinen azınlık hükümeti hariç, tek başına hükümet kuramıyor, üç.

Başka bir partinin azınlık hükümeti şansı da yok, dört.

Bu durumda kiminle masaya oturursa otursun, eli en güçlü olan partinin Ak Parti olduğu muhakkak.

Tekrar seçim söz konusu olduğunda, “bir tık oy desteği” ile hükümet çıkarma imkanı sebebiyle kaybettiği oyları yeniden toplama imkanına da Ak Parti’nin sahip olduğu muhakkak.

Ama yine de mevcut şartlardan makul hükümet çıkarmak için çaba gösterme ve bunu hulusi kalble yaptığı kanaatini halkta oluşturma sorumluluğu da Ak Parti’ye düşüyor.

Doğrusu Davutoğlu’nun ve Ak Parti’nin son bir ayda çizdiği profil de bu dengeli duruşu yansıtıyor.