Öncelikle Kurban Bayramýnýz mübarek olsun. Böyle günlerde sözü ehline býrakmak en güzeli. Bakýn Muhterem Ömer Tuðrul Ýnançer, Kurban Bayramý’ný nasýl anlatýyor bizlere:
‘Bayram, Allah’a yaklaþma bayramýdýr. ‘Kurban’ kelimesini ayný ‘fetih’ kelimesi gibi yanlýþ anlýyoruz. Fetih kelimesi zapt etmek manasýna gelmez, açmak manasýna gelir. Fatih Sultan Muhammed Han, Ýstanbul’u fethetmiþ, açmýþtýr. Zapt etmemiþtir. Aynen bunun gibi ‘ben sana kurban olayým’ tabiri, ‘ben sana feda olayým’ karþýlýðý kullanýlýr. Halbuki ‘ben sana yakýn olayým’ demektir. Dolayýsýyla Kurban Bayramý, ‘feda bayramý’ deðil, ‘Allah’a yakýn olma’ bayramýdýr.
...Resullah Efendimiz (sav) kurbaný hem kendisi kesmiþtir, hem de özellikle aileden biri olmak itibarý ile Cenab-ý Ali’ye kendisinden sonra kesilmeye devam edilmesini buyurmuþtur. Efendimiz kurbaný sadece hacdayken deðil, hacdan gayrý mukim olduðu Medine’de de kesmiþtir.
...Kurban kesmenin bir de paylaþým diye adlandýrýlan tarafý var ki kabul edilmesi mümkün deðildir. Paylaþmak için birþeye malik olmak lazýmdýr, kiþi kendisinin olaný baþkasýna verebilir. Dünya nizamýnýn muhafazasý için Þeriat’ta ‘O senindir, bu benim’ ilkesi, Allah’a giden yol olan Tarikat’ta, ‘Hem senin, hem benim’ ilkesi, Marifette ise ‘Ne senindir, ne benim’ ilkesi geçerlidir. Hakikat’te ise ‘Ne sen varsýn, ne ben varým’ ilkesi vardýr. Malikü-l Mülk, Allah-u Zü-l Celal olduðuna göre mutlak mülk O’nundur. Nisbinin verilmesi de paylaþým deðildir.
Kurban paylaþmak deðildir; kurban yaklaþmaktýr. Ancak kullarýn Rabbi’ne verecekleri birþey olmadýðý için, bir kul Rabbi’ne olan teþekkürünü, onun diðer kullarýna vererek yerine getirir. Dolayýsýyla verilen Rabbü-l Alemin’e verilmiþ gibidir.’ (Ö. Tuðrul Ýnançer, Mübarek Vakitler, Sufi Kitap, s.203-215)
Sezai Karakoç’la tamamlayalým dilerseniz:
‘Her gün salhanelerde hayvanlar kesilir, ölü hale gelirler. Biz biliriz. Ama bilmiyor gibiyizdir. Daha doðrusu, sanki kasaptan alýnan bir kilo et, bir canlýdan, onu ölü haline getirmek bahasýna alýnmýþ bir parça deðil de, bir kilo þeker, bir kilo sabun gibi bir cansýz eþyadýr. Bütün yýl böyle gider de, yýlda dört gün, kurban bayramý günleri durum deðiþir birden. Þehir baþtanbaþa, her köþeden alev gibi çýkan koyunlarla donanýr. Kýnalý yünleriyle yollar bir yumuþaklýkla döþenir. Yalnýz yün yumuþaklýðýyla deðil, yürek yumuþaklýðýyla da. Sanki yollar yünle kabartýlmýþtýr, yürek de kabarmýþtýr. Artýk et ayrý þey, canlý hayvan ayrý þey deðildir. Ýkisi birleþmiþtir.
Ey, daðlarýn nefis ve saf havasýnda yüze yüze geliþen mübarek yaratýklar, hoþ geldiniz. Ýnsan ihtiraslarýnýn ve þeytan soluklarýnýn köþe taþlarýný kararttýðý þehre hangi haberi getiriyorsunuz? Meta olarak canlarýnýzý koyduðunuz ulvî pazar kutlu olsun. Ayrýldýðýnýz kuzulara, býraktýðýnýz daðlara, arkanýzda kalan ovalara ve yollara, gökten ýþýk insin. Din uðruna caný feda etmenin canlý sembolleri, þehrin çeliðine kanýnýzla su vermeðe geldiniz.
Her Müslüman denemiþtir: Kurbanýn eti farklýdýr. Adeta, her günkü ete benzemez. ‘Bu sizin inancýnýzdýr ki, size öyle gösteriyor’ diyecekler bize. Doðru. Biz de zaten onu söylüyoruz. Her gün kesildiði halde kýlýmýz bile kýpýrdamayan, hatta hiç kesilmiyorlarmýþçasýna kesilmelerinden habersiz davrandýðýmýz, etleri onlardan deðil de bir maden ocaðýndan geliyormuþçasýna kayýtsýz davrandýðýmýz bu kutlu yaratýklarýn, yalnýz bayram günüdür ki, çektikleri çileyi gösterir bize.’ (S.Karakoç, Diriliþin Çevresinde, s.11 vd, Diriliþ Yayýnlarý)