İki ihtimal var, öyle anlaşılıyor. Ya PKK silahları gömecek ve PYD Suriye/Şam yönetimine bir biçimde eklemlenecek ya da Türkiye, Suriye'nin kuzeyinde hazırlandığı büyük askeri harekatı gerçekleştirecek.
Son tahlilde ikisi de aynı kapıya çıkacak ama Türkiye belli ki askeri harekat için tüm seçenekleri tüketmek istiyor. Biden'ın artık miadı dolmuş adamları bile Türkiye'ye gelip PKK/PYD'nin canını sıkacak laflar etmeye başladığına göre bunlar için yolun sonu görünmüş durumda.
Bazen bir şeyin tam zamanıdır ve o zamanı ıskalamamanız gerekir. Bu hem Türkiye için böyle hem de PKK için.
Türkiye 50 yıldır terör belasını çekiyor. 40 binden fazla insanını kaybetti. Anadolu'nun her köyünde bayrak asılı şehitlikler görürsünüz. Doğu ve Güneydoğu illerimiz on yıllarca yatırımcının kaçtığı, esnafının PKK'nın talimatlarıyla kepenk kapatmak zorunda kaldığı, yaylalarının, meralarının teröristlere terk edildiği yerler oldu.
Devletin askeri kapasitesi terörle mücadelede kifayetsiz kalıyordu. O kadar ki terörle mücadele edebilmek adına bölge vatandaşını korkutan, sindiren ve maalesef örgüte yaklaştıran politikalar izlendi. Siyaset zaten ülke yönetiminde söz sahibi değildi. Terörün çözümüne, siyasetin değil ordunun işi olarak bakılıyordu. İstihbarat dersen o da zaten CIA ve Mossad'ın şubesi gibiydi.
Sorunu çözmeye niyet eden siyasetçilerin başına gelenler ise herkesin bildiği sır kabilinden. Açıkçası PKK, hem eski düzen ordu için hem de ABD için Türkiye'nin dizginlerini elinde tutmanın aracıydı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Başbakan olarak 2005'te Diyarbakır'da yaptığı konuşma milat oldu. Bir niyetin açık ifadesiydi. Ondan sonra adım adım, üstelik duvarlara toslaya toslaya AK Parti hükümetleri Kürtlerin demokratik haklarının iadesi konusunda hep ileri adımlar attı. En başta terör ile Kürt sorununu ayırdı. Erdoğan "Kürt kardeşlerimin sorunu benim de sorunumdur" diyerek konuyu Türkiye siyasetinin merkezine taşıdı.
Terörist başı Abdullah Öcalan'ın tutuklanmasından sonra güç kaybeden ve eylemlerini düşüren PKK, Türkiye'deki demokratikleşme adımlarıyla neredeyse paralel şekilde saldırılarına başladı. Aynı nispette PKK'nın siyasi uzantısı parti ve temsilcileri de "demokratik özerklik", "öz yönetim", "öz savunma" gibi kavramlarla PKK jargonunu siyasete taşımaya çalıştı.
Bunlara rağmen Erdoğan başkanlığındaki Türkiye hiçbir zaman eski reflekslerine geri dönmedi. Terör örgütü ile mücadeleyi "Kürtlerle mücadele" gibi lanse etseler de PKK ve türevleriyle ilgili her durum için "Kürtler" demeyi tercih etseler de en başta Kürt halkı buna inanmadı.
2013'te başlatılan çözüm iradesinin gereği yerine getirilmeyince Türkiye Suriye'nin kuzeyine operasyonlar gerçekleştirdi. Uzunca bir süre Türkiye PYD'nin, PKK'nın Suriye kolu olduğunu anlatıp durdu. "Kürtlere karşı DEAŞ'ı destekliyor", "Kürtleri düşmanlaştırıyor" eleştirisine muhatap olarak hem de. Üstelik Suriye Kürtlerinin önemli bir kısmı PKK/PYD tarafından Suriye'den çıkartılmış ve Türkiye'ye sığınmışken.
Hülasa 2013-2025 parantezinde PKK/PYD, kendisi için Suriye'de teritoryal bir egemenlik fırsatı gördü. ABD'nin desteğini sonuna kadar aldı. Hayalini kurduğu silahlara kavuştu, askeri eğitim aldı, siyasi muhatap olarak kabul gördü. Ama Suriye'de de yolun sonu göründü. ABD'nin PKK/PYD'ye ayırdığı zamanın sonuna gelindi.
Mevcut şartlar içinde Türkiye bu sorunu çözmek için ne gerekiyorsa yapacaktır. Şartlar hiç olmadığı kadar müsaittir. Buradan geri durmak ayağına gelen topu taca atmak olur. PKK/PYD durumun ciddiyetini kavrarsa buradan bölge için, bölge halkları için daha hayırlı sonuçlar çıkacağı muhakkak. O yüzden Türkiye askeri seçeneğin en büyüğüne tam tekmil hazırlıklı olup bir taraftan da en yüksek düzeyli muhataplığa da kapı aralıyor.
Devlet Bahçeli'nin "Teröristbaşı Öcalan PKK'yı bitirdim diyecekse gelsin DEM sıralarında konuşsun" sözleri ile Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Pazarlık yok, bu fırsatı kaçırmayın" sözlerini ben böyle okuyorum.