Peki, böyle gazetecilik olur mu Haluk Şahin?

Profesör Haluk Şahin “böyle gazetecilik olur mu?” diye soruyor ve bir güzel haddimi bildiriyor.

Haklı olduğu bir yer var.

Pardon, iki yer var.

Birincisi, cevap hakkını dikkate almadığımı söylüyor.

Çok haklı...

Elimde, Haluk Şahin imzalı bir metin olmadığı için, cevap hakkını kullandırmamış oldum. Mail adresime açıklama yollamış. Konuyu Medya Grup Başkanı’mız Mustafa Karaalioğlu’na iletmiş.

Bütün samimiyetimle söylüyorum:

Mail kutuma, Haluk Şahin imzalı bir açıklama düşmedi.

Bu sabah Mustafa Karaalioğlu da aradı, “sitemlerini” iletti ve niçin Haluk Şahin’in yolladığı düzeltmeyi dikkate almadığımı sordu. Ona da aynı cevabı verdim. Hatta, posta kutumda “geriye doğru” arama yaptım; ola ki atlamışımdır, gözden kaçmıştır, yanlışlıkla “silinen iletiler” arasına karışmıştır.

Yok...

Haluk Şahin imzalı bir düzeltme ve tekzip metni yok.

Eh, madem kendisi “internet mecraları” aracılığıyla gerekli düzeltmeyi yaptı ve bir güzel haddimi bildirdi, maksat hasıl olmuş demektir.

Haklı olduğu ikinci konu şu:

Ben, “Nokta dergisi basılırken Haluk Şahin sustu” demiştim.

Susmamış.

Hem Nokta’nın yayın yönetmeni Alper Görmüş’ü aramış, hem baskın aleyhinde bir bildiri yayınlanmasına öncülük etmiş, hem de konu hakkında iki adet yazı kaleme almış.

Kendisi böyle söylüyor.

İnanırım.

Dolayısıyla, burada bana özür dilemek düşüyor ve kocaman harflerle ÖZÜR DİLİYORUM:

Haluk Şahin, “mevzun” giydirmelerle süslü yazısını, haklılığına ilişkin örneklerle sınırlı tutsaydı sorun yoktu. Nitekim özür diledim ve “arşive çok önem verdiğini” söyleyen yazarın haklılığını kayda geçirdim.

Burada durmuyor Haluk Şahin, çevreden gelen “tepki göstermeye değmez, bu piyasada herkes kimin ne olduğunu biliyor” telkinlerini hatırlatıp dolaylı “aşağılamasını” yaptıktan sonra, nasıl demokrat bir yazar olduğunu, militarist baskılar karşısında nasıl şahane bir pozisyon aldığını hatırlatıyor.

Bir de eski yazısından yaptığı alıntıyı sunuyor.

Bu alıntıda Haluk Şahin’i, “Bazı sol aydınların demokrasi düşmanlığının ideolojik alt yapısını hazırlamak için canla başla uğraşmalarınaüzülürken” görüyoruz ve çok seviniyoruz.

Fakat sevinemediğimiz, “bu ne hoca?” dediğimiz durumlar var.

Bunlara hiç değinmiyor.

Mesela, bazı sol aydınların demokrasi düşmanlığının ideolojik alt yapısını hazırlamak için canla başla uğraştıkları 28 Şubat sürecinde Haluk Şahin’i üzülürken hiç görmedik.

Pardon, gördük.

Naçiz eserim “Gazeteciyim Ama Tedavi Görüyorum”da, Haluk Şahin’den bahisler var.

Meraklıları (ve bu arada öğretmen edasıyla “okumuyor, öğrenmiyor, bilmiyor” diye çıkışan Haluk Şahin) bu kitaba bakabilirler.

Haluk Şahin, 27 Nisan’daki üstün performansını “övünerek” anlatıyor ama Arena’daki “danışmanlık” günlerine hiç değinmiyor.

Meşhur “andıç”, Hürriyet ve Sabah’a manşet olmadan önce, Arena’da yayınlandı.

Bu andıç’ı müteakip, birçok gazeteci (Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar, vs...) işinden oldu.

Bir insan hakları derneği yöneticisi kurşunlandı.

Haluk Şahin niçin “Bu ne Uğur Dündar? Böyle gazetecilik olur mu?” diye sormadı.

Daha da önemli soru şu:

İddialarımı cevaplayan ve haklılığından örnekler sunan Haluk Şahin niçin andıç meselesini es geçiyor?

Es geçilecek bir konu mudur bu?

Şunu mu demek istiyor: “Haklı olduğum konularda cevap veririm, haklı olmadığım konularda topa girmem.”

Nazi Almanya’sıyla Türkiye arasında kurduğu ilişkiye gelince...

Kitaplardan ve yazdığı yazılardan örnekler sunarak “böyle bir ilişki kurulamayacağını” anlatmaya çalışsa da, bu ilişkiyi kurdu.

Bu ilişkiyi, üstelik, kalemi elinden alındıktan sonra kurdu. Hiç sağa sola çekmesin...

Kendisiyle yapılan söyleşi ve bu konuda demiş bulundukları arşivlerde kayıtlıdır... (Günümüz Türkiye’si ve medyasının Hitler Almanya’sıyla bir konuda benzerliği varmış... Nazi rejimi de basını terbiye ve ele geçirme operasyonuna, gazetelerdeki Yahudi ve solcu gazetecileri işten attırarak başlamış...)

Naçizane ben de şu soruları sormuştum

Bir: “Takrir-i Sükûn” diye bir şey duydunuz mu? Madem iletişimcisiniz, duyun... Duymadıysanız, duyanlara kulak verin.

İki: Bu nasıl “ele geçirme” operasyonudur ki, basının yüzde 70’i bel altı muhalefetine “kaldığı yerden” devam ediyor, devam edebiliyor?

Üç: işten attırılan gazeteciler konusunda bu kadar hassastınız da, “28 Şubat’ın gazeteci kıyımında” neden ağzınızı açıp tek laf etmediniz? Üstelik bir gazetede köşeniz vardı ama siz hiçbir şey olmamış, onca rezalet yaşanmamış gibi yazmaya devam ettiniz...

Hâlâ cevap bekliyorum...

Haddimi bildiren ve bir de özür koparan Haluk Şahin, yazısına “Böyle gazetecilik olur mu?” başlığını uygun görmüş.

İyi etmiş...

Ben de kendisine soruyorum:

Peki, böyle gazetecilik olur mu?

İşte ben özür diledim ve (buyruğunuz üzere) “haklılığınızı” kayıtlara geçirdim.

Siz “andıç kurbanı” meslektaşlarınızdan ne zaman özür dileyeceksiniz?