Peki, Kürt taleplerine ne cevap verilecek

Türkiye’de herkesin bugünlerde en fazla merak ettiği konu “Çözüm Süreci”nin içeriğinde nelerin olduğu... Daha açıkçası “PKK’ya ne verilecek, Öcalan’dan ne alınacak” sorusu. Yani, daha önce PKK’nın silahlı eylemlerine dayanak yaptığı “Kürt talepleri”nin PKK’nın silah bırakıp çekilmesinin bedeli olarak devlet tarafından karşılanıp karşılanmayacağı meselesi...

 Öcalan’ın verdiği mesajlar itibarıyla PKK’nın bölünmeden veya federal bir yapıdan vazgeçtiği söylenebilir. Ama vazgeçmediği taleplerden bir bölümünün de Kürtlerin önce psikolojik olarak, ardından politik olarak millet bütünlüğünden ayrışmasına yol açabilecek nitelikte olduğunu düşünenler az değil.

Diğer taraftan “Kürtlerin bu süreçten beklentilerinin karşılanmaması da problemin çözümü için gösterilen çabaları sonuçsuz bırakabilir” diye düşünenler var.

Peki, söz konusu talepler neler? Kürtlerin tamamını temsil ettiği söylenemese de Kürt siyasi hareketinin üzerinde ısrar ettiği belli başlı üç talep var: Anadilde eğitim, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve bir de anayasadan Türk adlandırmasının kaldırılması talebi.

Anadilde eğitim talebi, çoğunlukla yanlış anlaşılıyor, Kürtçe’nin öğretilmesi değil, bütün eğitimin Kürtçe olması demek. Kürt siyasi hareketi Kürtlerin yoğun yaşadığı yerlerdeki okullarda eğitim dilinin Kürtçe olmasını istiyor. Ancak anadilde eğitimin bütün ülke çapında uygulanabilmesi mümkün olmadığından istenen şey belli bir bölgedeki eğitim dilinin Türkçe yerine Kürtçe olması anlamına geliyor.

Bunu yerel yönetimlerle ilgili taleple birlikte düşündüğünüzde hedeflenen şeyin “özerklik kazanmış bir Kürt bölgesi”  olduğu görülüyor.

Anayasada Türk adının geçmemesi de, son tahlilde, bütün etnik kimlikleri içinde barındıran ortak bir milli kimlikten vazgeçilmesi demek. Türk Milleti adlandırmasını etnik kimlik ifadesi saymak, sonuçta, Kürtleri ayrı bir millet olarak tanımayı getirecek.

Son günlerde BDP’nin anayasa taslağında da ifadesini bulan bu talepler Türkiye’nin bütünlüğü konusunda hassasiyet taşıyan herkesi endişelendiriyor. Ne var ki Türkiye’deki toplam Kürt nüfusunun en fazla üçte birinin desteğini alabilen siyasi Kürt hareketi, ne olursa olsun bu taleplerinden vazgeçmeyecek olursa “çözüm süreci”nin başarıya ulaşması zora girebilir.

Bu durumda şu soruyla karşılaşıyoruz: Hem akan kanın durmasını öngören çözüm sürecinin başarıya ulaşmasını sağlamak hem de ülkenin ve milletin bütünlüğünü korumak mümkün mü? Bugünkü siyasi iktidarın omuzlarındaki ağır yük bu soruya olumlu cevap vermeyi mümkün kılacak bir süreç yönetimi gerçekleştirmek.

Bu arada, “önceden adım adım planlanmış bir süreç”ten söz etmediğimizin altını çizmek gerekiyor. Süreç interaktif bir şekilde ilerleyecek. Talepler veya öneriler ortaya atılacak, kabul görenlerin üzerinde uzlaşma sağlanarak bir sonraki gündem maddesine geçilecek.

Kestirmeden söylemek gerekirse “Kürt talepleri”ne ne cevap verileceğine Türk kamuoyunun hep birlikte ve interaktif bir süreç içinde karar vereceğini düşünüyorum ben. Nasıl derseniz, şöyle: Akil insanların da sahaya inmelerinin ardından daha da yoğunlaşarak devam etmesini beklediğimiz tartışmalar çerçevesinde kamuoyundaki eğilimler belirlenmiş olacak. Buna göre kamuoyu hangi çözümü, bugününün moda tabiriyle söyleyecek olursak, “satın almış” görünürse devletin ve hükümetin politikasının belirlenmesi veya mevcut politikanın şekillenip sınırlarının çizilmesi konusunda ana çizgiler ortaya çıkmış olacak.

Zaten halkın satın almadığı bir çözümü siyasi iktidarın uygulamaya koymasını beklemek kadar mantık dışı bir şey olamaz. 2014’de hem yerel seçimler hem de cumhurbaşkanlığı seçimi var. 2015’de de milletvekili genel seçimi yapılacak. Bunu unutmayalım.

Seçimler bir sene, iki sene sonra değil de on sene sonra yapılacak bile olsa halkın oyuna ihtiyaç duyulan bir sistem içinde herhangi bir siyasi iktidarın özellikle böylesine ciddi bir konuda kamuoyunun onaylamadığı bir adımı atması beklenemez.

AK Parti’nin bütün baskılara rağmen kendi hazırladığı anayasa taslağından Türk Milleti ifadesini çıkarmaya yanaşmaması bunun bir örneği.

Demek ki önümüzdeki günlerde yoğunlaşarak devam edecek tartışmalar sırasında ortaya çıkacak kamuoyu eğilimleri diğer madde başlıklarında da son sözü söyleyecek.

Öyleyse tarafların bu süreç boyunca kendi fikirlerini ve taleplerini kavgayla, gürültüyle ve hamasi sloganlarla değil, makul ve sağlıklı gerekçeler ileri sürerek savunmalarında fayda var. Çünkü kurumsal muhataplarından önce kamuoyunu ikna etmeleri gerekiyor.