Kemal Bey’in İzmir seyahatinde yaptığı şahane konuşma, nasılsa gözlerden kaçtı.
Buyuruyordu ki, “CHP’yi iktidar yapmak gibi bir hedefimiz yok...”
Herhalde, “iktidar hırsımız yok” demek istiyordu.
Bir vakitler, bir şanlı CHP genel başkanı (o zamanlar SHP’ydi), seçim gecesi, telaşa kapılıp, “Eyvah, iktidara geliyoruz galiba. Ne yapacağız şimdi?” diye yoldaşına şekvada bulunmuştu.
İktidara geldiler.
Daha doğrusu, “koalisyona” ortak yazıldılar.
Nasıl bir Türkiye devraldıklarını (Özal’dan devralmışlardı), nasıl bir Türkiye devrettiklerini, enflasyonu kaç haneli rakamlara çıkardıklarını, Hazine’nin durumunu, üretimi, ihracatı, iç ve dış borcu, “Kürt meselesini” hangi yöntemlerle çözdüklerini (!) ben anlatmayayım, “google”a sorun...
Bereket Kemal Bey’in iktidar korkusu yok.
Umudu olmadığı için, korkusu da yok.
Diyeceksiniz ki, “Bir siyasi parti, iktidarı hedeflemek gibi bir işin peşinde olmayacaksa niçin kurulur, niçin devletten tahsisat alır, niçin seçim zamanlarında meydanlara dökülüp halktan oy ister?”
Şunun için iktidarı hedeflemiyorlarmış:
Ülke çok kötü yönetiliyormuş, “birinci öncelikleri” bu durumu halka anlatmakmış...
Ben de bunu merak ediyorum işte:
Kemal Bey, mevcut “kötü yönetimi” halka nasıl anlatacak?
Rakibini hangi alanlarda başarısız buluyor ve Başbakan olduğunda ne tür iyileştirmelerle karşımıza çıkacak?
Kürt meselesini nasıl çözecek mesela?
Sağlık sorunu, eğitim sorunu, altyapı sorunu... Diyelim ki böyle sorunlarımız var ve bütün bunların üstesinden nasıl gelecek?
Enflasyon neredeyse 10 yıldır tek haneli rakamlarda seyrediyor...
Enflasyon sorunumuz ne olacak? Daha doğrusu, halkı bir “enflasyon sorunumuz” olduğuna inandırabilecek mi? Daha da önemlisi, kendisi böyle bir sorunun varlığına inanıyor mu?
Önce kendisini inandırıp, sonra mı halkı inandırmaya çalışacak?
Ne olacak?
Döviz rezervi, son 10 yılda, 27 milyar dolardan, 115 milyar dolara çıktı.
Kişi başına milli gelir, 3 bin dolardan 11 bin dolara...
İhracat ise, 36 milyar dolardan, 150 milyar dolara.
Bunlar çıkanlar...
İnenleri de dün Engin Ardıç yazdı...
Mesela, kamu borcunun milli hasılaya oranı, yüzde 73’ten yüzde 36’ya inmiş...
Kemal Bey, bu “kötü tablo”yu halka nasıl anlatacak?
Eski “mutlu günleri” mi referans alacak?
Eski “mutlu günlerde” darbeler olurdu, darağaçları kurulurdu, faili meçhul cinayetler işlenirdi, işkencehanelerde insanlar öğütülürdü... Oğuz Kaan Salıcı Bey’in de isabetle buyurduğu gibi, kendilerinden cumhuriyeti korumaları istenenler “cumhuriyeti korudukları için” böyle olurdu.
Bu “koruma” işi fazla abartıldığı için de, enflasyon üç haneli rakamlara fırlardı, kapımızdan IMF memurları eksik olmazdı, pancar ve tütün ekimi kotaya bağlanırdı, temel tüketim maddeleri ya bulunmazdı ya da karaborsaya düşerdi.
Kemal Bey, bize, cumhuriyete bir güzel sahip çıkıldığı böyle güzel bir Türkiye mi vaat ediyor?
Nedir?
Ben Kemal Bey’in yerinde olsam, halkı önce “Perinçek’in stepnesi” olmadığıma inandırırdım.
Perinçek “Silivri” diyor, Kemal Bey “Evet, Silivri” diyor...
Perinçek “Cumhuriyetin kazanımları tehlikede” diyor, Kemal Bey “Evet, cumhuriyetin kazanımları tehlikede” diyor.
Perinçek “Hadi yürüyelim” diyor, Kemal Bey “Evet, hadi yürüyelim” diyor.
Ve yürüyor...
Perinçek çalıyor, Kemal Bey oynuyor.
Bunun adı da “sosyal demokrasi” oluyor.