Piarcı mısın birader!

Refikimiz Şaban Arslan sonunda patlamış: “Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Soner Yalçın’ın piarcısı mıdır?”

 

Soner Yalçın bugün (siz bu yazıyı okuduğunuzda dün olacak), Levent Polis Merkezi’ne gidip, “Ben buradayım, bir yere kaçmıyorum” anlamına gelen haftalık rutin imzasını atacak, çıkışta da “okurlarıyla” buluşup kitaplarını imzalayacak...

Bu duyuruyu TGC yapıyor...

Şaban Arslan’a göre, Soner Yalçın’ın piarcısı olan meslek kuruluşu...

Elbette bir imza etkinliği, ilgili meslek kuruluşu tarafından duyurulur.

Burada anormal bir durum yok.

Soner’in çifte imzalı etkinliği de, TGC tarafından “sms” yoluyla bu işin meraklılarına duyurulmuş ve “müşteri teminine” gidilmiştir. Bu işler böyledir. Böyle olmaya devam edecektir.

Fakat, bir dakika...

Cemiyet, sözkonusu sms mesajına “bekliyoruz” notunu iliştirmiş...

Şaban Arslan da buna isyan ediyor işte...

Kim adına, kimi bekliyorsunuz?

Öncelikle siz kimsiniz?

Bütün meslektaşlara eşit uzaklıkta olması gereken bir basın kuruluşu musunuz, yoksa imza günü etkinliğinin deruhtesiyle görevlendirilmiş özel piar organizasyonu musunuz?

Hadi bunu da anladık diyelim...

Cezaevinden yeni çıktığı için Soner Yalçın’a “özel muamele” yapılmıştır... Maksat, yalnız olmadığını hatırlatmak, (varsa) acılarını hafifletmek...

Mümkündür ve olabilir. Daha doğrusu, tolere edilebilir...

Fakat, “bir dakika” diyerek bir kez daha araya giriyor Şaban Arslan ve şunları söylüyor: “Ben de dört tane kitap yazdım ama hiçbir zaman herhangi birinizi yanımda görmedim... Ya da bugüne kadar hangi gazeteci arkadaşımızın hangi çalışmasını yaparken, ya da hangi sıkıntılı durumunda yanında oldunuz... Yazık...”

 

Haklı mı?

Bence sonuna kadar haklı...

Sözkonusu meslek kuruluşu, sair konularda da Şaban Arslan’ın isyanını haklı çıkaracak işler yapıyor.

Mesela, her yıl “sansürün kaldırılışının bilmem kaçıncı yılını” kutluyor, Sultan Abdülhamit’e, şuna buna verip veriştiriyor ama Yaşar Kemal’in ifadesiyle “sansürün tillahı” olan “Takrir-i Sükûn Kanunu”na dönüp bakmıyor bile.

Sultan Abdülhamit, evet, basına denetim getirmişti; gazeteleri ve dergileri baskıya girmeden önce, “adamlarına” kontrol ettiriyordu; bu da ortaya hoş olmayan (çoğu zaman mizaha malzeme teşkil edecek) manzaralar çıkarıyordu. (Bkz. Hüseyin Cahit Yalçın’ın ve Mehmet Rauf’un hatıraları...)

Fakat, “Takrir-i Sükûn”cular gibi, muhalif gazeteleri ilelebet yayından alıkoymuyordu.

Kimseyi ölüm cezasına çarptırmıyordu.

Rejimi kutsamayan gazetecileri, “İstiklal Mahkemesi” benzeri kuruluşların önüne atıp, “Özür dilemezseniz, asılacaksınız... Ona göre!” diye ültimatom vermiyordu.

Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Emin Yalman, Eşref Edip ve Velid Ebuzziya Elazığ İstiklal Mahkemesi’nce idam cezasına çarptırıldılar. Sırf Mustafa Kemal’e muhalefet ettikleri için.

Özür dilemezlerse, asılacakları söylendi.

Özür dilediler, kurtuldular.

Takrir-i Sükûn’cuların kapattığı yayın organlarını da hatırlatalım:

Son Telgraf, Sada-i Hak, İstikbal, Kahkaha, Press de Suar, Tanin, Tevhid-i Efkâr, Sebilürreşat, Aydınlık, Resimli Ay... Ve dahası...

Hatırlatalım ki, TGC’li arkadaşlara kolaylık olsun...

Müteakip etkinliklerinde meseleye eğilsinler...

Bağımsız basın kuruluşu mu olacaklar, yoksa her zamanki gibi “rejimin piarcılığı”na mı soyunacaklar, görelim.