Pislik yapmayın... Gerçeği yazın!

İçeri alınmış ve bırakılmış... Soner Yalçın’dan söz ediyorum.

Ulusalcı yayın organları, konuyu, “Soner Yalçın’a gözdağı” başlığıyla haberleştirdiler. Peşi sıra, “susturamazlar”, “gerçekleri yazmaya devam” nidaları...

Paralel yayın organları da, aynı şekilde “doğrudan” hükümeti suçlayan bir tavır takındılar. (Soner çok hükümet karşıtlığı yapıyormuş. Bu nedenle içeri alınmış. Bu yayın organlarından biri, refiklerinden farklı olarak, “hakkında açılan davadan dolayı” ve “ifadeye gitmediği için” ifadelerine yer vermiş ama asıl ayrıntıyı atlamış. Herhalde “pislik olsun” diye... Birazdan geleceğim o ayrıntıya...)

Bir gazeteci gözaltına alınıyor ve bırakılıyor... Hepsi bu!

Bu bir gözdağı değildir...

Bir sindirme ve cezalandırma operasyonu hiç değildir.

Buradan kahramanlık öyküleri çıkarmayın. Çıkmaz!

Bürokrasinin cilvesidir... Ya da polisin kıllığı... (İlle de “sindirme operasyonu” diyorsanız, kabahati paralel unsurlarda aramanız gerekecek. Birazdan ayrıntısını vereceğim.)

Hakkınızda dava açılmışsa ve ifadeye gitmemişseniz (yani bu hal tekerrür etmişse), mahkeme gıyabınızda “gözaltı” kararı verir... Gerisi, polisin vicdanına ve ahlakına kalmıştır...

Bu gibi durumlarda genellikle şu yol izlenir:

Mahkemenin “gözaltı” kararını alan polis, “efendice” bulunduğunuz adrese gider, mahkemede ifade vermeniz için “efendice” davetini yapar. Siz de bu efendilik karşısında ezilir, hemen ilk duruşmaya koşar ve ifadenizi verirsiniz.

Polis sizi adresinizde bulamazsa ne olur?

İyi olmaz... GBT’ye girersiniz.

İlk çevirmede ya da rutin kimlik kontrolünde (trafik çevirmesi de olabilir bu), alıkonulup “mevcutlu” olarak götürülürsünüz. Duruşma saatine kadar nezarette bekletilirsiniz. Sonra “mevcutlu” olarak hâkimin karşısına çıkarılır, ifadenizi ikmal ettikten sonra da salıverilirsiniz... (Tatil günleri içinde enselenmemeye bakın... Cumartesi ve Pazarı, pis kokulu nezarette geçirmek gibi bir tehlike söz konusu.)

Bunları nerden mi biliyorum?

Başıma geldi de, oradan...

Eski İnönü Üniversitesi Rektörü Tuğgeneral Ömer Şarlak, bir tarihte, hakkımda dava açmıştı. (Murat Belge’lerin ve Mehmet Altan’ların özlediği eski mutlu Türkiye’de rektör olmak için “Tuğgeneral” olma şartı aranıyordu, hey gidi güzel günler...) Aslında “dava açılmış” demem gerekiyor. Mahkeme safahatından, dava epey ilerledikten sonra haberdar olabildim.

Bir akşam, Salih Tuna’yla birlikte Haliç Kıraathanesi’nde oturmuş laflıyoruz. Polis geldi. Rutin kimlik kontrolü... GBT’de ismim çıktığı için alıp götürdüler. “Gözaltına” aldılar yani... Ertesi gün mahkemeye çıkarıldım. İfademi aldılar ve serbest bıraktılar.

Hiçbir refikimiz ya da yandaşımız ortalığı ayağa kaldırmadı... “Bu bir gözdağıdır” demedi. Kabahati Başbakan Bülent Ecevit’e ve onun İçişleri Bakanı’na yıkmadı... “Susturamazlar” diye manşet atmadı.

Bir Türkiye gerçekliğidir bu...

Hadi, Türkiye rutini...

Bazen polis, gözaltı eziyeti yaşatmak için, kasıtla, sizi “adresinizde bulamamış gibi” yapabilir. Bu da onun sütüne ve vicdanına kalmış bir durumdur.

Fakat nerden bakarsanız bakın pis bir rutindir bu... İlkelliktir... Değiştirilmelidir... Birçok alanda iyileştirme yapan hükümet, şu GBT işine de bir el atmalı, Soner Yalçın örneğinde olduğu gibi ortaya sevimsiz görüntülerin çıkmasına engel olmalıdır.

Şimdi gelelim paralel yayın organlarının ve bazı paralel arkadaşların es geçtiği ayrıntıya...

Olay duyulur duyulmaz, paralel yayın organlarından biri, Soner Yalçın’ın hükümet tarafından cezalandırıldığını ima eden bir haber yayınladı.

Paralel gazetelerden birinin yazarı da, “Soner Yalçın’a ‘gözaltı’ olayının atlanmaması” gerektiğini, bunun “bir sabah alınıp ‘kaybedilen’ insanları hatırlatan bir hadise olduğunu” yazdı.

Hiç utanmadı.

Soner Yalçın, oysa, hükümete muhalefet ettiği için değil, bu paralel arkadaşla aynı yayın organında çalışan Adem Yavuz Arslan’a hakaret ettiği için (yani hakkında açılan davada ifade vermediği için) gözaltına alınmıştı.

Bunu, gözaltına alınmış Soner Yalçın da teyit ediyor, “Cemaat hükümete mesaj vermek istiyor, ‘biz paralel yapı olarak faaliyetlerimizi sürdürüyoruz’ demek istiyor. Gözaltına alınmam bir cemaat operasyonudur” diyor ama arkadaşlar hükümeti pataklama konusunda kararlı... “Bakın işte, cemaatçi polisler Emniyet’ten tasfiye edildi, başınıza bu haller geldi” demek için her yolu kullanıyor.

İyi de, Soner Yalçın ilk kez içeri alınmıyor ki... Oda TV soruşturmasından dolayı aylarca hapis yattı... Olmadık suçlamalara muhatap edildi... Linç konsorsiyumunun önüne atıldı...

Hanginiz hassa geliştirip, “Bu olay atlanmamalıdır” diye yazdınız?

Bilakis yalanlarınıza (uydurduğunuz delillere) herkesi inandırdınız ve bütün bir Türkiye’yi peşinizden sürüklediniz.

Bu nedenle (yani sayenizde) başımız dik dolaşamıyoruz.

Siz bize bunu da yaptınız!

HAMİŞ: Melih Altınok ve Murat Çiçek’in konu hakkındaki değerlendirmelerine Kanal 24’ün arşivinden ulaşabilirsiniz. Bir de onları dinleyin derim...