PKK bizim neyimiz olur?

Başlık atmak bâzen yazıyı yazmakdan bile zor olabilir.
Bu da işte öyle bir durum. 

“Kürd Kozu - Müdâhalenin Dozu” da diyebilirdim. Üstelik mukaffâ olurdu.

Ama sonra kendimi tutamayıp bütün metni meselâ koşma yâhut, ne bileyim varsağı tarzında inşâ etmeye yeltenebilir ve yazıişlerinin tadını kaçırabilirdim.

Onun için ben yine de eski köye yeni âdet çıkarmayayım.

Evet, PKK bizim neyimiz olur?

Bu arkadaşla nereden tanışıyoruz... Yâhut daha yerinde bir ifâdeyle “ner’den tanışıyoz?”

Önce lütfen hatırlayalım ki bu meret başımıza gökden zenbille inmedi; Zenbilli Ali Efendi’nin Terekesi’nden de çıkmadı!

Öyleyse nasıl musallat oldu?

Lütfen hatırlamaya devâm edelim:

Onu başımıza musallat edenler, bizi yönetmek iddiasındaki birtakım beceriksiz hürefâ olmuşdur.

Şâyet bir devlet kendi bünyesindeki çok önemli kavmî unsurlardan birine mütemâdiyen -nasıl söylesek?- asgarî nezâket kurallarını dahî hiçe sayan bir tavırla muâmele ederse sonunda o ilişki şurasından burasından pot verir.

Yine verilmiş sadakamız varmış ki bu vartayı yine de nisbeten “bu kadar az” (!) zararla atlatma şansına tekrar kavuşuyoruz.

Tabii yine büyük bir enâyilik etmez isek ki burada asıl enâyilik etmemeye dikkat etmesi gereken taraf yine Türk tarafıdır!

İki sebebden ötürü:

Bir - Kavganın esas müsebbibi olması hasebiyle...

Ve

İki - Dünyâ Târihi’nin en büyük ve derin devlet tecrübesine ve yeteneğine sâhib milletlerden biri olmasından ötürü...

Kürdlerin böyle tecrübe ve yetenekleri yokdur!

Olmaması da normaldir; nerede edineceklerdi ki?

(Bayağı güzel bir yazı olacak gâlibâ... Ben Zâti istesem de kötü yazı yazamam; fıtratımda yok!)

Bu bağlamda iki gündür pek çok sâhib-i sütûn arkadaşın zihninin kurcalar gibi görünen bir meseleye de değinmeden edemeyeceğim:

Diyorlar ki, meselâ Güneri meâlen diyor ki, Türkiye acabâ (ve tabii maazallah) ne sözü verdi de karşılığında rehineleri aldı?

Bence bu soru pek de doğru bir soru değil.

Doğru soruyu, yâhut soruyu doğru soramazsanız doğru cevâbı, yâhut cevâbı da doğru alamazsınız!

Kanaatimce doğru soru şöyle olmalı:

Türkiye hangi tehdidde bulundu, Türkçesi, eğer rehineleri derhâl vermezler ise muqâbilinde hangi bedeli ödeyeceklerini kafalarına dank ettirdi de o 49 mâsum insanı çekip menhus ellerinden aldı?

Bu sualin karşılığını pek öyle yakın gelecekde muhtemelen alamayız ama mühim değil.

Kurtuldular işte!

Bu bağlamda artık benim başlığa çıkardığım sual de bir anlam kazanmaya başladı:

PKK BİZİM NEYİMİZ OLUR?

Vallıyi, şimdiye kadar öyle aman aman bir şeyimiz şey olmamışdı ama siyâset tuhaf bir oyun.

Zemîn, zaman, ahvâl ve şerâit tahavvül etdikçe şahıslar ve kurumlar arasındaki ilişkilerin belirleyici özellikleri de değişebiliyor.

Kısacası ebedî ittifaklar diye bir şey yok.

Tıpkı ebedî husûmetlerin de olmayışı gibi...

Ben birkaç aydır bu sütunda ileri sürdüğüm tahmînin yanlış olmadığı doğrultusunda işâretler görüyorum.

21. Yüzyıl -diğer özellikleri meyânında- bir TÜRK-KÜRD BİRLİĞİ Yüzyılı DA olacak!

Bugün dört ülkeye dağılmış halde yaşayan Kürdler bir yandan kendi aralarında birleşirken aynı zamanda Türkiye ile de bütünleşecekler; zîrâ “It’s the economy, Stupid!”... Bu lafın ne anlama geldiğini anlamayanlar Fransızca bilen bir arkadaşlarına sorsunlar. O da kendilerine, İngilizce bilen bir arkadaşlarına başvurmalarını tavsiye edince de hemen bozuk çalmasınlar! O da kendince haklı...

Bu arada belki Türkiye ile iki Âzerbaycan arasında da buna benzer bir entegrasyon süreci gerçekleşir.

Bu iki büyük grubun kendi aralarında kudretli bir entegrasyona gitmeleri ile de Önasya’da, asırlardır artık pek görülmeyen yeni bir güç merkezi doğar.

Peki, ondan sonra ne olur?

Well, eğer ben Türkleri ve Kürdleri bir nebze tanıyorsam ondan sonra yine birbirimize düşer ve SON TÜRK ve SON KÜRD de şehâdet şerbetini içene kadar kılıcı kına sokmayız!

Ben malımı bilirim...

(Bu arada ‘Kürdler Bizim Neyimiz Olur?’ suali de biraz gümbürtüye gitdi ama, eh, o kadar kusur da olsun artık... Kısmetse başka sefere... Apropos des Kurdes; benim fevkalâde güzel bir Kürd sevgilim vardı. Düsseldorf’dan... Babası da Assubaydı.... yâni imişdi...)

NOT: ORTADOĞU Gazetesi’nde dün (25 Eylül 2014) bana dâir bâzı haber ve yorumlar yer almış. Çok ağır ifâdeler...

Özel eğitimimde bana öğretilen bir kural vardır; öfkelendiğin zaman muhâtabına cevab vermeden önce 24 saat bekle ki biraz sâkinleşesin! Yoksa öfkeyle hatâ işleyebilirsin! Y.A.