Gözyaşları yüzlerini yıkıyor, 14-15 yaşındaki kuzuları PKK tarafından kaçırılan anneler.
Ellerinde çocuklarının fotoğrafları, yüzlerinde kararlı bir ifadeyle Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde oturuyor ve çocuklarını almadan şuradan şuraya gitmeyeceklerini söylüyorlar.
Kararlılıkları da haklılıkları kadar etkileyici.
Endişe ve özlem yüklü olsa da bu eylem, çözüm sürecinin sağladığı güven ortamını, gelecek umudunu ve sivillerin örgüte karşı kazandığı özgüveni de gösteriyor.
Evlatları dağa inançla ya da zorla çıkarılmış on binlerce anne yıllarca kuytularda ağladı çünkü. Artık meydanlara çıkıyor ve “yeter ciğerim yanıyor, çocuğumu ver!” diyebiliyorlar.
Belediye önünde oturmaları da boşuna değil. PKK’ya karşı ilk eylemi yapan anne, çocuğunun BDP’li belediye tarafından düzenlenen pikniğe katıldığını ve oradan dağa çıkarıldığını söylemiş, isabet kaydeden bu tepki üzerine çocuk ailesine teslim edilmişti.
Şimdi aynı çağrıyı, sayıları 10’u bulan çocukların aileleri 10 günden fazladır yapıyor ama durumun doğru algılandığını ve sorumluluk alındığını gösteren herhangi bir yankı gelmiş değil.
“Çocuklarınızın dağa çıkmasından gurur duymalısınız” gibi, her açıdan sorunlu bir açıklama dışında sadece Altan Tan “reşit olmayan çocuklar iade edilmeli” demiş. İyi de demiş ama malum, örgütle organik bağı olmayan, partinin eklektik isimlerindendir Tan.
PKK-HDP çizgisindeki Kürt siyasi hareketinin o geniş kadrosundan ise tık yok.
Sormak hakkımız
Gençlerin değil silahların toprağa gömüleceği sürecin nihayetinde, dağdakiler de evlerine dönebilsinler diye çabalarken herkes, yaşanan bu saçmalık, bu vurdumduymazlık da neyin nesi?
PKK asker, mühendis, işçi kaçırdığında Kürt siyasilerinin harekete geçirdiği o iade mekanizması neden şimdi işletilmiyor?
Böyle bir konuda iradesinden bahsedilemeyecek yaştaki çocukları geri çevirmeyip dağ kadrosuna dahil etmek süreci terörize edecek yanlış bir tutum değil midir?
Çözüm arayışları sürerken daha, erken bir dönemde “silahlı mücadele dönemi kapanmıştır” diyen, partisi, Barzani’nin tarihi Diyarbakır ziyaretini bir tür kıskançlık krizine çevirirken kendisi inisiyatif alıp Başbakan’ı hakkıyla karşılayan Osman Baydemir şimdi nerededir? DTK’nın başına geçeceği konuşulurken üstelik?
Ya koltuğu Baydemir’den devralan Gültan Kışanak? Daha önce kendi canı da yanmış bir kadın siyasetçi kulak tıkayabilir mi bu feryada? Ya da çocuğunu doğurduğu gün kocası faili meçhule giden Pervin Buldan, razı mıdır olanlara?
Peki, Haziran’da yapılacak kongrede HDP genel başkanlığına aday olacağı söylenen Selahattin Demirtaş, eğer bu çığlık yerde kalırsa, Türkiye geneline hitap edebilsin diye BDP formundan yeni kaba dökülen HDP’nin inandırıcılığını daha baştan kaybedeceğini görmüyor olabilir mi?
Sabahat Tuncel dünkü ifadesinde aslında çocuk kaçırarak bir tür şantaj siyaseti yürütüldüğünü de imlemiş olmadı mı?
Yoksa bu olay, sürecin ta başında, cezaevlerinde aylarca süren ve İmralı’dan gelen bir işaretle bitiveren açlık grevlerindeki gibi bir tür İmralı PR çalışması olarak mı olgunlaştırılmakta?
HDP ve BDP’den beklenen
Hem gelişen olaylar hem tekabül ettikleri alanlar ve algılanış biçimleri konusunda herkesin belli oranlarda sorumlulukları var elbette ama süreci yürüten tarafların siyasetçilerinin bu konuda en fazla dikkate ve hassasiyete sahip olması gerektiği de ortada.
Hal böyleyken acılı annelerin çığlığına kulak tıkamanın anlaşılabilir, kabul edilebilir tarafı yok. Bilakis kim susarsa şimdi, bundan böyle yapacağı çağrı ve beyanatlara benzer bir muameleyle mukabele edilmesini de kabul etmiş gibidir.
Bölgedeki saldırıların sürmesi gibi, kaçırılan mühendislerin ve çocukların salıverilmemesi de Meclis çatısı altında olan olmayan tüm Kürt siyasilerin sorumluluk alanındaki işlerdir ve mevcut durumdan değilse de sonuçtan hepsi mesuldürler.
Barış süreçlerinin sıkıntıları olur. Önemli olan bu sıkıntıları, tıkanıklıkları aşmak için kararlılığı sürdürmek ve siyaseti işletmektir. HDP ve BDP’den beklenen de budur.