PKK, 1990’larýn eski Türkiye dünyasýnýn ortadan kalkma sürecinde derin bir siyasallaþma kriziyle karþý karþýya kaldý. Silahlý mücadelenin saðladýðý konforlu alanýn anlamsýzlaþmasýna PKK’nýn son yýllarda verdiði cevap gerçekten ibretlik. Sorunun kendisi baþta olmak üzere, bütün muhataplarý, çerçevesi, jeopolitiði, sosyolojisi hatta coðrafyasý bile derin kýrýlmalar ve deðiþimler yaþarken; PKK otuz yýldýr ne yapýyorsa aynýsýný yapmaktan daha öte bir perspektif geliþtirmekten uzak duruyor.
Bu durumun ortaya çýkardýðý tablo, ‘silahlarýyla baþ baþa kalmýþ bir PKK’dan ibaret. Hal bu olunca, PKK’nýn ne istediðine dair soru da anlamsýzlaþmýþ durumda. Gelinen noktada, PKK’nýn Türkiye’den de Kürtlerden de ne istediðinin, baþý sonu belli bir cevabý da bulunmamaktadýr. Evet, PKK, doðrudan örgütünü ilgilendiren baþlýklar dýþýnda Türkiye’den ve Kürtlerden ne istemektedir? PKK’nýn, bu kopuþla yüzleþmek yerine, silahlara daha fazla sarýlma eðilimiyle krizi atlatma tercihinin analizi gerekiyor.
Öncelikle, PKK, Türkiye’deki Kürtlerden ne talep ediyor? Ankara’da siyasi temsilde hiçbir sorun yaþamayan, yerelde onlarca belediyede doðrudan iktidar imkâný bulan Kürtlerin, Kandil gündemine ram olmasý ve ayný refleksleri vermesini mi arzuluyor? Bu elbette siyasi ve sosyolojik olarak imkânsýz. Zira daðdan ovaya inemeyen bir aklýn, ovadakileri daða çýkarmaya çabalamasý, imkânsýz bir misyondan ibaret. PKK gündemiyle ortalama Kürt refleksinin eþleþmesinin ortaya çýkaracaðý toplumsal ve siyasal maliyetin aðýrlýðýný ne PKK’nýn ne de Kürt siyasi aktörlerin taþýma kapasitesi bulunmuyor.
PKK bütün varoluþsal krizlerine ve belirgin kapasite sorunlarýna raðmen; eðilimini, öðrenilmiþ bir cehaletle, silaha sarýlmak yönünde sürdürürse, varacaðý tek yer, sadece kendisine ait bir savaþta Kürtleri araçsallaþtýrmak olacak. Bunun anlamý ise Türkiye’ye Kürtlerin omzundan ateþ etmekten baþka bir þey deðildir. Vesayet rejimi, Kürtleri yýllarca ancak PKK ile mücadele ederken araçsallaþtýrdýðý ölçüde Kürt olmalarýný kabul etmiþti. Bugün de PKK’nýn vardýðý yer daha baþka bir pozisyon deðil. Þimdi de PKK, týpký vesayet rejimi gibi, Kürtleri, kendi savaþýnda kullanabildiði oranda Kürt kabul eden bir pozisyonda. Tam da bundan dolayý, PKK’ya omzunu açmayan Kürtleri hedefe koyup, her türlü vahþeti sergilemekten geri durmuyor.
Kürt meselesi tarihi boyunca, vesayet rejimi, ‘Kürtlerin aslýnda’ ne istediðini Kürtlere raðmen bizlere söyleyip durdu. Korucu teknolojisinde ete kemiðe bürünen bu yaklaþýmýn arka planýnda, iyi-kötü Kürt dikotomisi bulunuyordu. Bu politika elbette iflasla neticelendi. Þimdi de PKK, makbul Kürt ipine sarýlmýþ durumda. PKK ne istediðini tutarsýzlýk ve rasyonalite krizine gömülmeden ifade edemediði sürece, Kürtler adýna ‘Kürtlerin ne istemediðini’ söylemeye devam edecek. Sonuçta, vesayet rejiminin, millet nezdinde muhataplýk kapasitesini büyük ölçüde kaybetmesiyle neticelenen sürecin bir benzerini de PKK’nýn yaþamasý kaçýnýlmaz olacaktýr.
PKK, Türkiye’ye niçin kurþun sýktýðýný rasyonelleþtirme peþine düþtüðü sürece, içine düþtüðü kýsýr döngüden çýkamayacak. PKK’yý bu durumdan kurtarmaya sol-liberal aydýn patronajýnýn nefesinin artýk yetmeyeceði de görülmelidir. Kandil karþýsýnda artýk neredeyse nesneleþen Kürt siyasi aktörlerin, PKK’nýn istihkâm birliði mi yoksa Çözüm Süreci’nde paydaþ özne mi olacaklarýna karar vermeleri gerekiyor. Çünkü Kürt siyasi aktörlerin de, sorumluluk almadýðý bir senaryoda eski Türkiye sahnelerinin canlanmasýna katký vermekten baþka bir rolleri olmayacak. Neticede, mesele üzerinde kafa yoran hemen herkesin, 6-7 Ekim sonrasý belli ölçüde çaresizlik içinde sorduðu soru ‘þimdi ne olacak?’. Bu sorunun hoþumuza gitmese de cevaplarý var. Þimdilik cevapsýz ama doðru olan soru ‘PKK ne istiyor?’ olmalý!