PKK neden silah bırakmaz?

Masaya otururken kafamda dolaştırdığım cümle şuydu: “İzleme heyeti, neyi izleyecek?”

Erdoğan da, tam da bu gerekçelerle karşı çıkmıyor muydu bir izleme heyeti oluşturulması fikrine? Bugüne kadar, sınır dışına çekilme vaadi dahil, hiçbir konuda olumlu adım atmamış ve hissesine düşen bütün sorumluluklardan kaçmış “eli silahlı örgüt” gerçekliği ortada dururken, hemen bir izleme heyeti oluşturma ve İmralı’ya seferler düzenleme fikri “çözüm sürecine”ne yarar sağlardı?

Erdoğan’ın itirazının altında, PKK konusunda henüz bir statünün belirlenmemiş olması yatıyor büyük ölçüde... 

Muhalif kesim, bu itiraza “Devletin tepesinde derin çatlak”, “Hayrola, dava arkadaşları Erdoğan’ı sattı mı?”, “Bu Bülent Arınç’ın heykelini dikmeli” gibi kızıştırıcı ve romantik karşılıklar bulabilir ve buradan bir fayda da devşirebilir. Liberaliyle, sosyalistiyle, Beyaz Türküyle, cemaatçisiyle, neredeyse tüm nefret siyaseti müntesiplerinin Selahattin Demirtaş’ta boncuk aradığı bu muhataralı dönemde, işe yarar bir görüntüdür bu.

Nihai olarak işe yarar mı?

Bunu 8 Haziran sabahı göreceğiz...

Naçizane, 8 Haziran sabahı, şer ittifakını sevindirecek siyasal bir tablonun oluşacağını düşünmüyorum ama daha kötüsünün geleceğini, PKK’nın bu hengâmede daha da güçlenerek çıkacağını ve silah bırakmama konusunda elinde bir dizi mazeret bulunduracağını tahmin ediyorum.

Çünkü PKK silah bırakmak istemiyor...

Bırakmayacak.

Karşımızda, eli silahlı örgüt tanımlamasının da ötesinde, sürekli stratejik hamleler yapan ve silahın meşruiyetini sağlamak için önüne gelen her fırsatı kullanan siyasal bir yapı var. Bu yapı, artık daha büyüğüne talip... Devlet olmak istiyor. “Barışa gönüllüymüş gibi” göründüğü dönemlerde bile, el altından barış ihtimalini uzaklaştıran hamleler yaptı ve sürekli etki alanını genişletti.

Bir motto haline gelen “Ne zaman barış ihtimali belirse, bir şeyler oluyor” cümlesi durumu özetliyor aslında.

Evet, hep bir şeyler oldu.

Bu “bir şeyler” sadece devlet orijinli değildi. Örgüt cephesinde de bir şeyler oldu ve görünen o ki olmaya devam edecek.

PKK’nın siyasi uzantısı olan parti (bugünkü HDP) bugüne kadar “Devlet içinde barış istemeyenler var” mazeretine sığındı, “çatışmasızlığı” bitiren karakol baskınlarını ve toplu katliamları “devlet içindeki gizli el”e ihale etti ama “devlet içindeki gizli el”in varlığını kullanarak nüfuz alanını genişleten ve bunu silahın meşruiyetine gerekçe yapan PKK’yı sulh çizgisine çekecek siyasal bir tutum da geliştirmedi/geliştirmek istemedi... Devlet içinde barış istemeyenler vardı, bu görülüyordu. Ama Kürt siyasal hareketi içindeki bazı unsurların barış konusundaki gönülsüzlüğü ve PKK’ya alan açan tavırları mesele bile yapılmıyordu.

Muhalif kesim, “Erdoğan’ın izleme heyeti konusundaki gönülsüzlüğü, silah bırakmak istemeyen PKK’nın eline güçlü bir mazeret vermiştir” diyor.

PKK’nın eline en güçlü mazereti, içinde liberal, sosyalist, Beyaz Türk ve cemaatçi unsurların bulunduğu “şer ittifakı” veriyor oysa.

Erdoğan nefretinin motive ettiği bu unsurlar, PKK’ya silah bırakmaması konusunda, neredeyse açık telkinde bulunuyorlar.

Hemen “Silah bırakmayın... Ne karşılığı silah bırakacaksınız ki? Bakın Öcalan da sizi sattı” çağrısını hatırlayalım. (Bir liberal, dağ bayır dolaşıp, örgüte bu telkinde bulunuyordu.)

Bir başka liberal de şunları söylüyordu: “Kobani direnişiyle bütün dünyanın hayranlığını kazandınız. Erdoğan’la dar çerçeveli bir barış size bir şey kazandırmaz. Daha büyüğüne talip olun, bağımsız devlet kurun.”

Bu unsurlara, “Oyum HDP’ye” diyen sosyalistlerle, Kandil’le temas arayan “paralel” örgütü de dahil etmemiz gerekiyor.