PKK ve siyasal mitomani

PKK’nın yıllar içerisinde inşa ettiği ‘Kürt Meselesi dünyası’nı tek bir dinamikle açıklamak doğru olmaz. Lakin bu dünyanın dinamiklerine dair genelleme yapılması gerekirse, karmaşık bir sol siyasal teolojiden bahsetmek yanlış olmaz. 

Yıllar içerisinde farklı paydaşların eklemlenmesiyle ciddi anlamda metamorfoza uğramış olan bu dünyanın içerisindeki en belirgin eksenin ise bitmez tükenmez bir ‘komplo mantalitesi’ olduğu söylenebilir. Zira bu durum modern ‘sol(cu) Weltanschauung’un da büyük ölçüde temelini oluşturmaktadır.

1960 darbesi sonrasında Türk siyasi hayatına yerleşen marazların içerisinden ve Soğuk Savaş’ın oldukça ilkel atmosferinde, büyük ölçüde yerli/yabancı manipülasyonlarla yeşertilen PKK’lı ‘elitlerin’ inşa ettiği siyasal teoloji, bugün kendilerinin de yönetemediği bir karmaşaya dönüşmüş durumda. Bu durumun en trajik ve sorumsuz hali, her gün kamuoyunun önünde hareket etmek zorunda olan HDP’de arz-ı endam etmektedir.

Özellikle 2005’ten bu yana, PKK’nın bütün demokratikleşme ve çözüm fırsatlarını ya murdar etmesi ya da elinin tersiyle itmesine rağmen, en ufak bir özeleştiri sürecinin ortaya çıkmamasında, katı ve kanlı örgüt yapısı kadar, inşa ettiği siyasal teolojinin oluşturduğu hegemonik dil bulunmaktadır.

Özellikle son bir yılda, Demirtaş’la birlikte sahne performansına varacak düzeyde zirve yapan, rezil olamayan, doğru söyleyemeyen, bitmez tükenmez bir komplonun içerisinden konuşan, Fethullahçılığa rahmet okutacak kadar çoğul kişilik bozukluğu gösteren bir kriz büyüyordu. Suruç’la birlikte bu krizin en sefil hali ortaya saçıldı.

Bu krizin aktörleri ve söylemlerinin teknolojisi dezenformasyon, içeriği yalan, metodu ise ucuz manipülasyondan ibaret. Artık yapısal bir hâl alan bu durum, ortaya ‘siyasal bir mitomani’ çıkardı.

Mitomaninin en genel tedavisi güven ortamının sağlanmasıyla başlar. 7 Haziran’da, ‘nasıl olursa olsun’ barajı aşmalarını sağlayan millet, güven ortamını da vücuda getirmiş oldu. Hâlâ bu güven ortamına rağmen siyasal mitomani derinleşirse ne olur? Yani bu aktörler siyasal ve toplumsal bir tedavi ve tadilatı ısrarla reddederlerse ne olur? Bu soruların cevabı çok karmaşık değil.

Öncelikle çok hızlı bir şekilde siyasetten kopuş yaşanır. Yani bu aktörler, apolitik bir zemine savrulurlar ve anakronizme gömülürler. Hele karar alma süreçlerinde -yapılan dezenformasyon oldukça sıradan ve pasif birer sözcü oldukları da düşünülürse-, herhangi bir süreci yönetme kabiliyetleri kalmaz. Aktif özneler, elinde silah tutanlar, başka başkentler ve siyasal mühendislik yapan unsurlar verdikleri vekâleti de geri alırlar. Bu durum, milletin de bir süre sonra benzer şekilde verdiği vekâleti geri almasına yol açar.

HDP, müptela olduğu siyasal mitomani ile intihar eğilimini ortaya koymuş durumda. Bir siyasal intiharın olup olmayacağını süreç gösterecektir. Yaşadığı anlamsızlaşma, beraberinde yalnızlaşmayı da getirecektir. Bu, hem ülke içerisinde hem de dışarıda paralel olarak gerçekleşecektir. Yalnızlaşmayı; sokaklarda çok daha fazla arz-ı endam etmek, marjinalliğe iyice savrulmak ve kurgu bir dünyaya daha fazla gömülmek izleyecektir.

Türkiye’nin sıkıntısı; HDP’yi HDP’den, PKK’yı PKK’dan koruma zorunluluğundan kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin böyle bir sorumluluk hissetmesinin ön şartı ise en sefil şekilde sürdürülen Türkiye düşmanlığından bu aktörlerin ne kadar istifa edecekleri meselesidir. Şu an için böyle bir akıl ortada görünmüyor. Siyasal mitomani yaşayan, bu hastalığını hem güncel gelişmelerden hem ağır vesayet altında bulunduğu silahlı aktörlerden hem de siyasal teolojisinden sürekli -hasarı da artıracak şekilde- geliştiren aklın sakinleşmesi gerekiyor.

Vesayet rejimini, ortaya çıkan maliyetleri ve hepsinden önemlisi yakın tarihi unutacak kadar hafıza kaybına uğrayan PKK dünyası, öğrenilmiş cehaletine, teröre sığınmış durumda. Yeni bir dünya muamelesi yapılan Kobani’nin aslında nasıl bir fanusa dönüştüğünü acı bir şekilde tecrübe ediyoruz. Bundan sonra sorunun kaçınılmaz olarak güvenlikleşmesi marifetiyle yeni bir öğrenme süreci çıkıp çıkmayacağını göreceğiz. Ama şurası çok berrak ki; Türkiye düşmanlığının en büyük zararı yine bizzat yapanlara verdiği ortada. Bu durumu idrak ettikleri nokta, Türkiye ile yeniden zihinsel, siyasal ve ahlaki bir ünsiyet kurmalarının başlangıcı olabilir.