PKK ve Türkiye

Kürt Meselesi’nden ortaya çıkan bir ‘Kürt Meselesi dünyası’ var. Aynı zamanda, bu dünyanın içerisinde kullanılan nevi şahsına münhasır bir dil ve bu dilin içerisinde kendisine özgü şiveler ve lehçeler var. Bu dil, son yıllarda büyük bir yabancı kelime, hatta cümle kalıbı taarruzu ve istilası altında. Yaşanan bu kolonizasyonun, Kemalizm’in hayata geçirdiği asimilasyondan geri kalır bir tarafı yok. Zira iki nesil öncesiyle konuşamayacak kadar dönüşmenin getirisi olan bir ‘kimlik krizi’ var ortada. Bu krizin tam ortasında ise PKK duruyor.

Yabancı kelime istilasıyla başlayan rüzgar, son yıllarda Türkiye’ye Kürtler adına PKK için vazife emri çıkartan ‘sokma akıl’ cümlelerine dönüştü. Merkezinde AK Parti nefreti kılıfıyla Türkiye düşmanlığı olan bu durum, hem oldukça şımarık hem de sorumsuz bir yapı ortaya çıkartıyor. Bu, bir yönüyle de kısır döngü aslında. 

AK Parti düşmanlığı yaptıkça, Türkiye düşmanlığının özgün ağırlığı ortaya çıkabiliyor. AK Parti’nin hedefte olmadığı bir Türkiye düşmanlığının hem bir orijinalliği bulunmuyor hem de kullanım değeri ortadan kayboluyor. Kemalizm, bir asır önce bu durumu en kaba ve ilkel şekilde hayata geçirmesi karşılığında belli sigorta poliçeleri almıştı. Yeni durumda ise bırakın yapısal garantileri, kendi bindiği gemiyi delmek için elinden geleni yapan bir aktör ortaya çıktı.

Türkiye karşıtlığının ne jeopolitik ne de günlük siyaset yapımı açısından ikna edici ve muhkem bir açıklaması bulunmuyor. Tıpkı HDP ve PKK’nın, dönüp dolaşıp, cumhuriyet tarihi boyunca en büyük mezalimi AK Parti’de keşfetmesinde yaşanan derin kriz ve absürtlük gibi. Lakin ortaya çıkan bu siyasal yaklaşımın her anlamıyla tutarsız olması, varlığını ortadan kaldırmıyor. Kemalizm’in dilden dine, tarihten topluma, iktisattan hariciyeye benzer bir yabancılaşmasının neler ürettiğini bugün hâlâ en sert ve can yakıcı şekilde tecrübe ediyoruz. İşler, dönüp dolaşıp bir asır önceki yapısal kırılmalara ve cürümlere referans vermemize yol açıyor.

Bu durumda basit soru şudur: PKK’nın Türkiye düşmanlığının nasıl bir siyasi ve jeopolitik tutarlı açıklaması bulunmaktadır? Türkiye’ye bıkmadan ‘Kürtlerle ve Ortadoğu’yla ilgili büyük cümleler kurarak rota tayin etmeye çalışanların’, öncelikle bu soruya bir cevap vermeleri gerekiyor. Başka bir deyişle, Türkiye dışında hemen her aktörle doğrudan veya dolaylı işbirliği içerisine girebilen PKK’nın Türkiye düşmanlığı nasıl açıklanabilir? Bu düşmanlığın içerisindeki ‘başka başkentleri’ ve ‘Kürtleri ilgilendirmeyen başlıkları’ çıkardığımız zaman geriye gerçekten bir şey kalıyor mu?

Yıllar önce anti-emperyalizm ekseninde Esed ilişkisine benzer bir tarzda Rusya ile başlayıp, Amerika ile son kıvamına gelen bir ideolojik ve jeopolitik seyahatten, Türkiye düşmanlığı çıkmasına elbette şaşırmıyoruz. Burada sadece, ortaya çıkan manzaranın Kürtler adına ciro edilmesinin imkânsızlığının altını çizmek istiyoruz.

Zira bu, kafa karışıklığını derinleştiren bir durum. Kendi kısır döngüsünü unutup, aymazca Türkiye’yi son beş yılda onlarca kez ‘Suriye’yle savaşa sokan’, Esed’i unutup TSK’ya sanal katliamlar yaptırtan, tam teşekküllü bir dezenformatif makineye dönüşen bu aklın sebep olduğu ciddi sorunlar var. 

Bu sorunların doğrudan temsilcisi PKK, önceki gün KCK adına yapılan savaş açıklaması ile yeni bir süreci başlatma kararı ortaya koyuyor. Yapılan açıklamada, ısrarla baştan aşağı bir iftira dili ile Türkiye düşmanlığı devam ediyor. Fakat bu basit çelişkiyi bile dile getirme imkânı pek mümkün görünmüyor. Çünkü icat edilen Kürt Meselesi dili dünyasında bırakın PKK’nın savaş ilan etmesini, silahlı bir örgüt olduğunun verili tespitinin yapılması bile imkânsız hale geliyor.

Hâl bu olunca da, seçim beyannamesinde elini silaha değdirmemeye Şafi fıkhı kadar keskin yaklaşıp, Türkiye’ye Norveç’in komşusu muamelesi yaparcasına ‘vicdani reddi’ koyacak kadar siyasal vejetaryenizme savrulanlar; PKK’nın iş makineleriyle süren büyük devrimci mücadelesinden sadır olan ve ne olduğunu da kimsenin doğru düzgün anlamadığı yeni “savaş kararı” karşısında sus pus olmuş durumdalar.