PKK’nın ağzıyla konuş-ma-mak!


Kürt sorununun çözümünü daha konuşurken zorluk yaşıyoruz. Bu ‘konuşma zorluğu’nun bence en önemli sebebi, ‘Kürt sorunu’ ile ‘terör sorunu’nu birbirine karıştırmak. 10 yıl öncesine kadar bir devlet politikası olarak yürütülen “Kürt sorunu eşittir terör sorunu” yaklaşımı bugün PKK’nın demokratikleşme karşısında kendine meşruiyet temin edebilme aracı olarak devreye sokuluyor. Tam da bu yüzden bugün Kürt sorununa demokratik bir ‘ siyasi birlik’ içinde çözüm üretme çabasındaki iradenin söylemi ile aslında bir ‘egemenlik savaşı’ veren ‘Kürtçü siyasetin’ söylemi arasında bile kimi muarızlar bir paralellik bulabiliyor. Örneğin MHP, Demokratik Açılım’a “ihanet projesi” adını takabiliyor. Bir zorluk bu.


Bir başka zorluk, iktidar partisine “Kürt sorununu çözmedi” diye veryansın edenlerin doğruya doğru eğriye eğri deme dürüstlüğünü (ya fazlaca iyimser ya da hinoğlu hin olduklarından) göstermemelerinden kaynaklanıyor. “Kürt açılımı durdu” diyenlerin çözüm için sundukları reçetenin en az 4’te üçü zaten son 5-6 yılda hayata geçirilen ya da yolda olan demokratik adımlar.


Egemenlik paylaşımı sorunu


Bunun anlamı şu: Biz bir sorunu-sorunumuzu tartışmıyoruz, bir söylem savaşı veriyoruz.


Bunu aşabilmek için ilk elden yapılması gereken, “Kürt sorununu mu konuşuyoruz, terör sorununu mu konuşuyoruz”, adını koymak. Aksi takdirde Kürt sorununu konuşabilme imkanımız bu söylem savaşına kurban gidebilir.


Bunun bir tezahürü Başbakan Erdoğan’ın geçenlerde AK Partili Kürt milletvekilleri ve Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu bölgesindeki teşkilat yöneticileriyle yaptığı toplantıdan basına sızan “PKK’nın ağzıyla konuşmayın” uyarısıydı.


“PKK’nın ağzıyla konuşmamak” bence de Kürt sorununun ‘siyasi birlik’ içinde çözüme kavuşturulabilmesinin ön şartlarından birisidir.


Peki Kürt sorununun çözümü adına nasıl bir söylem geliştirmeliyiz? Bir soru daha; bir söylem geliştiremediğimiz için mi bugün PKK’nın söylemi bu kadar kolay dolaşıma girebiliyor? Galiba evet! Demokratik Açılım’ın bu noktada bir boşluğu varmış ki, PKK’nın söylemi, bunca sivil kanı dökmesine rağmen, demokratik açılımlar durdu denildiğinde bile yavaş yavaş devam ediyor olmasına rağmen sirayet edebiliyor. Kürt sorununun demokratik siyasi birlik içinde çözümü, egemenlik paylaşımı jargonuyla konuşulabiliyor.


‘Seküler İslami dil’


Bunun bir sebebi de Avrupa Birliği sürecinin derde deva olacağına dair fazla iyimser inançtır. Başlarda PKK’nın da “AB reformlarıyla demokratikleşmiş bir Türkiye fikrine fit olduğunu” ifade eden beyanları olmuş, AB süreci hem Kürt sorununu hem PKK sorununu çözecek sihirli anahtar mesabesine yükselmişti.


Oysa PKK kısa sürede oyun bozanlık yaptı ve tabir caizse “ne demokratikleşmesi, benden bu kadar kolay kurtulabileceğinizi mi sandınız” dedi.


Dahası bu süreç Kürtlüğü ve Türklüğü seküler kategoriler olarak belirginleştirdi. İslam ortak paydasının dışarıda tutulduğu ve giderek “İslam kardeşliği”ne küçültücü ıstılah yükleyen yeni bir evreye geldik.


Bu vasatta Başbakan’ın İslam bizi bir arada tutan çimentodur vurgulu konuşmalarından başkaca İslam perspektifiyle meseleye bakılmadı. Kürt sorununu Müslümanlığımız dolayısıyla çözmek zorunda olduğumuza dair İslami bir yaklaşım geliştirilmedi.


Bu boşlukta ne mi oldu? İslamcı Kürtler de, akut evresi çoktan sona ermiş olmasına rağmen Kürt sorunu üzerinden siyasallaşmaya, İslami bir takım kavramları kullanarak son derece seküler bir dil geliştirmeye başladılar. Bu “seküler İslami dil” içinde “Allah’ın Türklere helal gördüğü devlet sıra Kürtlere gelince mi helal değil” gibi cümleler kurabildiler.


Kendini PKK’nın söyleminden ayrıştırma hassasiyetinin hiç de yabana atılır bir tarafı yoktur bence ve İslam kardeşliği, “seküler sistemin doğurduğu bir soruna İslami bir söylemle çözüm üretmeye çalışmak rejimin günahlarını örtmeye yarar” denilerek denklem dışı bırakılamaz. Bırakılıyorsa burada İslam zaten araçsallaştırılmıştır.