PKK’nın argümanlarını devlet tek tek elinden alıyor

Kızılkaya: Kürtçenin seçmeli ders olması ana dilde eğitime giden önemli bir adımdır. Devlet haysiyetine dokunulmuş bir dile itibarını iade ediyor. Bu önemlidir, asimilasyon falan da değildir. PKK, TRT ŞEŞ’i, seçmeli dersi reddederek kendi altındaki halıyı kendisi çekmiştir.

Demokratik açılım durdu mu, Kürt meselesi bu dönemde bile çözülemeyecek mi yoksa, gibi korku dolu soruların sorulmaya başlandığı bir dönemde peşpeşe çok önemli ve umudu yeşerten gelişmeler oldu. Önce Kürtçenin seçmeli ders olarak MEB müfredatına gireceği açıklandı. Sonra CHP tarihinde bir olarak bu acil memleket meselesi için irade ortaya koydu, hükümetin yanında yer aldı. Ve ardından Diyarbakır bağımsız milletvekili Kürt siyasetçi Leyla Zana çok önemli açıklamalarda bulundu, “Kürt meselesini ancak Başbakan Erdoğan çözer, ona yardımcı olmalıyız” dedi. Sürecin nereye doğru gittiğini, bu gelişmelerin çözüme katkı potansiyelini ve olası akıbetlerini Kürt yazar Muhsin Kızılkaya ile konuştuk.

Kürtçenin seçmeli ders olarak MEB müfredatına girmiş olmasının anlamı ve Kürt meselesinin halli konusunda olası “ederi”, etkisi nedir, sonuç ne olur?

Seçmeli ders 7, 8 sene evvel olsaydı çok daha manalı olurdu. Çıta yükseldikçe beklentiler de yükseliyor. Şu anda bunun siyasal mücadelesini verenler açısından bir yaraya merhem olmuyor. Ama siyasal mücadelenin dışında kalan, bir şekilde politize olmamış, PKK ya da BDP’ye angaje olmamış Kürtler açısından son derece olumlu bir gelişme. En azından basamaklı bir sistemle bir yere doğru gidildiğinin de göstergesi.

Hangi basamaklardı onlar?

Bu iş Turgut Özal döneminde Kürtçe ses kasetlerinin serbest bırakılmasıyla başladı. TRT GAP’ta yarım saat Kürtçe radyo-tv yayını şeklinde devam etti. Ekrana çiçek konuyor üstüne birtakım Kürtçe kelimeler okunuyordu. Ama bunu sırf Kürtçe için yaptıklarını göstermemek için yanına bir de Boşnakça, Arapça koymuşlardı. Ama 15 dakika Kürtçe de bir şekilde TRT ekranlarında konuşulmuş oldu. Bunun arkasından Kürtçe kurslar geldi, epey bir heyecan fırtınası yaşandı. Fakat devletimiz her konuda deveye hendek atlatan bir devlet olduğu, kaşıkla verirken kepçeyle alalım zihniyeti devam ettiği için “efendim kurs binalarının kapısı penceresi şu ölçülerde olacak, genişlik şu kadar olmazsa kursu açamazsın” gibi birtakım bürokratik engeller koydu ve o kurslar da açılmadan kapanmış oldu. Kursların hemen arkasından da TRT ŞEŞ geldi. TRT Şeş tarihi bir adımdır çünkü yazılı kültürün dışında dilin ekrana taşınması ve 7/24 bir sınırsızlık söz konusuydu. Arkasından da Kürtçenin seçmeli ders olması geldi. Bir sonraki adım Kürtçe eğitim öğretimin kabul edilmesi. Bu tabi, bir sürü farklı siyasi partinin, mahfilin, meseleye farklı bakan grupların, devletin kırmızıçizgisi. Siyaset arenasında mücadele veren Kürtlerin bir kısmı için de en somut talep.

BİR SÜRE SONRA TALEP KALMAYACAK

Bunun “siyasi mücadelesini veren Kürtler”in ortak ve somut talebi Kürtçe anadilde eğitim hakkı ise ve apaçık bir şekilde gidişatın oraya doğru olduğu ortada iken bu olumlu gelişmeler ne diye “yaraya merhem” görülmüyor?

Bütün bunlar gerçekten çok önemli gelişmeler ama bunların taksitle yerine geliyor olması burukluk yaratıyor. Zaman içinde bütün bu paketi birleştirip Kürtçeyi eğitim öğretim dili haline getirirseniz bu işte herkes rahat nefes alacak. Ayrıca, en önemli şey; PKK’nın en önemli talebi elinden alınmış olur. Böyle giderse çünkü, bir süre sora ileri sürülecek talep kalmayacak. Talep kalmayacak ama kabullenilmiş bir şey de kalmayacak. Yani siz “bütün bunları böyle harcayınca” talepler yerine gelse de kan durmuyor, gözyaşı durmuyor, olmuyor. Bütün bunların bir yaraya merhem olması önemli. Hadi diyelim ki hiç savaş olmadı. Devlet bu adımları hakikaten uygar, demokratik bir devlet olduğu, vatandaşının taleplerini birebir yerine getirmek istediği için yapıyor. Ama bir taraftan da “ben bu adımları siyasal mücadele vermeyen Kürtler için yapıyorum” diyor. Ama o Kürtlerin bu tür talepleri o kadar çok yoğun değil. Ayrıca getirilen sistem de tuhaf. Neden ikinci dörtte seçmeli? Niye üçüncü dörtte değil? Niye10 öğrenci bulunursa?

Başlangıç için bir tür “talep yoklaması” hükmünde değerlendirilebilir mi acaba?

Bu hamlenin en önemli sonucu bu olacak zaten, Kürtçe öğretmen talebini doğuracak. O zaman da devlet Kürtçe öğretmenleri yetiştirmek zorunda kalacak. Üniversiteler düzeyinde öğretmen yetiştiren okullar, bölümler açmak, bunları desteklemek zorunda olacak.

KÜRTÇE’YE KÜRTÇE DEYİN BEYLER!

   


Fakat dikkat ederseniz buna Kürtçe denmiyor “yaşayan diller” deniyor, Kürtçeye Kürtçe denmiyor. Hani vakti zamanında meşrutiyet ilan edildiğinde halka sormuşlar, “meşrutiyet ne demek” diye. Onlar da demiş ki “bundan sonra gavura gavur denmeyecek”. Burada da olan bu, 12 Eylül zihniyeti. 12 Eylülcüler Kürtçeyi yasaklarken bile Kürtçe dememek için bin dereden su getirmişler, “Türkçenin dışında kullanılan bilmem neyin bilmem nesinin bırtı yasaktır” demişlerdi. Kürtçe deseler, resmen kabul etmiş olacakları için. E bu da öyle, “yaşayan diller”. Valla Türkçe de yaşayan bir dildir ama adı Türkçedir. İngilizce de yaşayan dildir, adı İngilizcedir. Ve Kürtçe de yaşayan bir dildir ve adı Kürtçedir. Kürtçeye Kürtçe deyin beyler!

Size göre devlet bu hamleyi neden bir defada yapamıyor peki?

Devletin bunu resmen kabul etmesi “Kürtler bu memlekette resmen vardır” anlamına gelir. Dili resmen kabul ettiğinde, o dili eğitim öğretim dili haline getirdiğinde, memleketin her şeyini üzerine bina ettiğin Tevhidi Tedrisat Kanunu dışında bir varlıktan bahsediyorsun. Adını koyuyorsun. O yüzden bu ürkeklik.  Ama onları bağlayanın ne olduğunu gerçekten ben de bilmiyorum. 100 yıllık psikolojik koşullanma mı, utanma mı?

‘KÜRTÇE SERBESTTİR’ VURGUSU ABES OLUR

Kürtler dışında şimdiye dek başka bir etnik grubun kitlesel kimlik talebi olmamıştı ama yakın zamanda Çerkezler örgütlendi, meydanlara çıktı. Geçmiş “yekpare-mermer” devlet anlayışını bir kenara koyarak, farklı etnik dinsel gruplara alerjisi olmadığını varsaydığımız yeni devlet ve yönetim anlayışını baz alarak soruyorum: Acaba “devlet” tüm etnik kimliklere eşit mesafede olabilmek ve hepsinin talebini karşılayabilmek için ve ön alarak “yaşayan diller” gibi daha kuşatıcı bir başlığı seçiyor olabilir mi, diye sorsak fazla iyimser bir yorum mu yapmış oluruz?

Bu bizim yorumumuz olur. İnşallah. Ama eğer böyle düşünüyorlarsa, böyle düşündüklerini açıklasınlar. Desinler ki biz bunu anayasaya böyle koyacağız. Adını koymayacağız ama diyeceğiz ki, kendini farklı hisseden herkesin bütün hakları bilmem ne yapılacaktır. Zaten anayasada etnik kimliklere vurgu yapmak da doğru değildir, ne Kürtçe, ne Türkçe, ne Çerkezce. Kürtçe serbest bırakılacaksa bunu yeni anayasa maddesi haline getirmenin manası yok. Kürtçe serbesttir diye bir şey koyman gerekmiyor. Anayasadaki mevcut yasakları kaldırırsın, otomatik olarak Kürtçedeki yasak da kalkmış olur.

Ama hala şöyle bir argüman var, geçen gün adının önünde profesör sıfatı olan bir MHP sözcüsü diyordu ki “Kürtlere bu hakları tanırsak Çerkezler de ister, Lazlar da ister”. Bu zaten “bu memlekette Çerkezler, Lazlar, Arnavutlar, Kürtler, Gürcüler var ve biz bütün bunların varlığını inkâr ettik” demektir. Bu hem bir itiraf, hem de bölücülüğün alasıdır. Ha, bunlar da istiyorsa onlara da ver kardeşim. Bazı ülkelerde 14 tane resmi dil var. Mesela İsviçre de bilmem kaç, Belçika’da 3 resmi dil var. Ama Kürtler illa dilimiz resmi dil olsun, müfredata egemen dil olsun demiyor, Kürtçe eğitim öğretim dili olsun diyor.

PKK 10 YIL ÖNCE BAĞIMSIZLIK İSTİYORDU

Türkiye’de işler biraz da böyle yürümüyor mu? Seçmeli dersi hem bir süredir akamete uğramış olan açılım sürecinin işlediğine bir işaret hem anadilde eğitime giden yoldaki bir ara aşama olarak göremez miyiz?

Kuşkusuz görmek gerekiyor. On sene önce birisi, bir gün Kürtçe seçmeli dil olacak deseydi bize çok mantıklı gelmeyebilirdi. Üç sene sonra da göreceğiz ki Kürtçe eğitim-öğretim dili haline gelmiş. Bakacağız ki ne vatan bölünüş ne bayrak inmiş. Rahatlayacağız hepimiz. Hükümet, Kürtlerin eşitsizlikten kaynaklanan doğal haklarını şiddet meselesine endekslemeden götürmeli. Buna bağlı bir şey haline getirince öbür taraf taviz olarak görüyor. Taviz olarak gördüğü şeyden de tatmin olmuyor, çıtayı daha yukarıya koyuyor. Kürtçeyi eğitim öğretim dili haline getirsen de başka bir buluş çıkacak ortaya. Çünkü zaten on beş önce Kürtçenin eğitim dili olması bazı Kürtlerin birinci talebi değildi.

Birinci talebi neydi on sene evvel?

Bağımsız devlet istiyorlardı. Bağımsız devlet dışında, devletten hiçbir talepleri yoktu.

NEDEN ASİMİLASYON OLSUN Kİ?

Bugün bağımsız devlet talebi yok. Kültürel hak talepleri var ve onlar da realize edilme koşullarına bağlı olarak hayata geçiriliyor. Ama örneğin Kürtçenin seçmeli ders olmasını BDP’li yetkililer de Kandil de asimilasyon olarak değerlendirdi. Böyle midir?

Kendi siyasi bakış açılarından baktıklarında onlara böyle görünüyor olabilir. Kandırmaca olarak, hükümetin tabanlarından bir kısmını koparıp kendi hanesine bağlama hamlesi olarak görüyor olabilirler.  Ama benim durduğum yerden bakınca, bu neden asimilasyon olsun ki? Böyle saçmalık mı olur? Asimilasyon eritmek, yok etmek, yasaklamak, unutturmaktır, onun yerine egemen dili sonuna dek empoze etmektir. Ancak burada tuhaf olan şu: Kürtlere kendi dilinizi seçmeli ders olarak görebilirsiniz demek de biraz abestir. Hiç Kürtçe bilmeyen birisine Kürtçeyi seçmeli okutabilirsiniz. Kaymakama, valiye, alay komutanına, tahsildara... Bölgeye gidecek olanlar için siyasal bilgiler fakültesine seçmeli ders olarak Kürtçeyi koyarsanız. Bu anlaşılır bir şey. Ama Kürtlere, gel kendi dilini seçmeli olarak oku, demek pek hoş değil.

İBSEN’İN OYUNLARI KADAR ABSÜRT

Ama yeni müfredatla birlikte mesela Kur’an-ı Kerim dersleri ya da Alevi ailelerin çocukları için özel din dersleri de seçmeli verilecek. Kürtçeye has bir “seçmelilik hali” değil bildiğim kadarıyla?

Oradan baktığınızda doğru ancak Kürtçe açısından da büyük resme baktığınızda işin tuhaf bir tarafı var,  demeye çalıştığım o. Mevcut durum İbsen’in oyunlarına konu olacak kadar absürt. Var olan bir şey var ve bizim büyük bildiğimiz her şeyden daha büyük bir şey ama aslında yok. Bunun üzerinden biz varlığı ya da yokluğu ispat meselesinde bir şeyler yaşıyoruz, biri bir şeyler yapıyor fakat bu kimseyi memnun etmiyor. Derdimiz politik arenada var olan öbür tarafı memnun etmek, yatıştırmaksa, onlar hiç memnun olmuyor, problem oluyor çünkü onların gündemi orası değil.

SESSİZ KÜRT YIĞINLARININ SESİ OLMAK

Belki de amaç bu değildir? Yani amaç politik arenada silahla var olan tarafı memnun etmek, yatıştırmak değil, silahı reddeden ama Kürtçenin bir gün eğitim dili olmasını sabırla bekleyen Kürt vatandaşların talebini mümkün olduğunca karşılamaktır. Bu politika, hak iadelerinde PKK’nın muhatap alınmadığının da bir göstergesi olarak okunmalı belki de?

Kesinlikle dediğiniz gibi, öyle bakmak gerekiyor. Öyle de olmalıydı. Kaç küsur yıllık bir sorun var ve bu sorunu çözmeden Türkiye çağdaş uygar demokratik bir ülke olamaz. Burada problem başka bir şey. Eksik olan şey, gerçekten sessiz büyük yığına kulak vermek ve oradan gelerek talepler doğrultusunda reformlar yapmak. Şu an belki hiç kimse “aman, aman, ne güzel oldu, Kürtçe serbest kaldı” demiyor olabilir ama burada bundan memnun olan Kürtçenin kendisidir. Haysiyetine onuruna dokunulmuş bir dile az da olsa itibari iade ediliyor. Bu önemlidir. İkinci olumlu tarafı da öğretmen yetiştirme ihtiyacını doğuracak ve devlet yüksekokul düzeyinde bu işe el atmak zorunda kalacak.

Kürtçenin yaygın olarak seçmeli ders olarak seçileceğini düşünüyor musunuz?

Devlet öğretmen falan yetiştirmesin, biz kendi kendimizi yetiştiririz diyen bir zihniyet de olabilir, çocuğunu seçmeli ders aldırmayan da olabilir, AKP verdiyse almıyorum diyen de olabilir.

KENDİLERİ KÜRTÇE KONUŞMUYOR Kİ!

PKK taraftarları herhalde…

Kötü olan zaten bu mücadeleyi dil üstünden sürdürüyor olmak. Kürtçeye çok büyük bir haksızlıktır bu. Dil siyasetin dolaylı aracı değildir ama ne yazık ki Kürtçe, siyasetin çok büyük siyasetin aracı haline getirildi ister istemez. Kürtçe üzerinden bir şeyin mücadelesi veriliyor ama bunun mücadelesi verenler de bütün hayatlarını ne yazık ki Türkçe üzerine kuruyor, ironik olan budur. Kendilerinin büyük bir kısmı Kürtçe bilmiyor, bütün yazışmaları Türkçedir, bütün röportajlarını Türkçe verirler, bütün iç işleyişlerinde Türkçeyi kullanırlar, aydınlarını bile Türkçe tehdit ederler. Kürtçeye yapılacak ne büyük iyilik onu evde yaşatmaktır. Madem kamusal alanda yasak, o halde onu yaşatmanın değişik yollarını bulmalıyız. İnadına Kürtçe konuşmalı, inadına Kürtçe yaşamalıyız. Ama onlar için Kürtçe şu anda siyasetin bir aracı. Üstelik bu aracı dile acımadan kullanıyorlar. Diyarbakır’da bir tane Kürtçe gazete çıkıyor mesela, Azadiye Welat, bin adet bile satmıyor. 2.5 milyon Kürt bunlara oy veriyor ama Kürtçe çıkan gazete bin bile satmıyor. Siz o gazeteyi 2 milyon sattırırsanız gün, bu dili ne kadar sevdiğinizi dünya aleme göstermiş olursunuz.

Kürtçe örgüt içinde kullanılmıyorsa, unutuluşa terk edilmişse ayrıca, Kürt’ü Türk’ten ayıran nedir, talebinizin özü nedir diye de sorulabilir?

Haklısınız, sonuçta dil kimliktir, çünkü başka bir özellikleri baskı altında değildir Kürtlerin. Dilleri baskı altındadır, Kürtçe onların kimliğidir, o kimliğin gereklerini getirmek zorundasın. Dille ilgili yapacağın her türlü eylem, kırıp dökmedikçe bana göre meşrudur.

ÖRGÜT MÜZAKEREYİ BECEREMEDİ

TRT Şeş, Kürtçe eğitim veren fakülteler, şimdi Kürtçenin seçmeli ders olarak MEB müfredatına girmesi… PKK’nın argümanlarını eksilten, “oyun alanını” daraltan şeyler midir?

Elbette, orayı kendi alanı olarak görüyordu çünkü. Devletin ceberut zihniyetten sıyrılması, devrimsel nitelikteki adımlar paradigmaların değişmesine yol açtı. AK Parti’nin başlattığı hamle eksikliklerine, acemiliklerine, kervan yolda düzülür hesabına, bir noktaya kadar gelip orada “fabrika ayarlarına” geri dönmesine rağmen, bütün bunlara rağmen atılan adımlar çok önemliydi. Devlet bu tür değişimleri yaparken karşı taraftan aynı yaratıcılıkta ve kuvvette cevaplar gelmedi. Devletin attığı her küçük adımı önemseyip “bunlar bizim mücadelemiz sonucu kazanılmış haklardır” diye sahip çıkılmış olsaydı, onlar açısından nihai noktada anlaşmak bugün daha kolay olurdu.

Neden?

Çünkü o zaman “Ben bunları mücadelemle aldım cebime koydum, şimdi şunu ver” diyebilirdin, müzakere edebilirdin. Şimdi devlet bizimle müzakere etsin diyorsun da neyin müzakeresi kaldı geride? Anadilde eğitim dışında müzakere edecek hiçbir şeyin yok! O yüzden diyeceksin ki “Abdullah Öcalan’ın koşulların bilmem ne olsun”. Çıkacak biri de sana “İyi de Öcalan 30 sene önce zaten evindeydi”. Buradan baktığın zaman görüyorsunuz ki bütün argümanlarını devlet elinden almış.

PKK ALTINDAKİ HALIYI KENDİSİ ÇEKTİ

Muhtemelen bir süre sonra Kürtçenin eğitim dili olmasıyla PKK tamamen çıplak kalacak…

Şu anda neden yapmıyor bunu? Yaptığı anda karşı taraf “demokratik özerklik istiyorum” diyebilir. İyi ama zaten onu ilan ettiniz. Geçen sene hem de Silvan saldırısının olduğu gün... O bir talep olmaktan çıktı. Başka? KCK tutukluları serbest bırakılsın. CMK’da ki değişiklikler özel mahkemelerde yaşanan problemleri aşmak için yapılıyor zaten.

Öcalan’ın evci çıkma isteği var…

Bence düşünülmesi gereken bir talep... Öcalan ev hapsine alınmalı. Böylece Öcalan’ın koşulları da değişirse o zaman “bağımsız devlet isteriz” demek dışında hiçbir argümanları kalmayacak. Bağımsız devleti de kimse kimseye vermez, bağımsızlık savaşla kazanılan bir şeydir. Dolayısıyla geldiğimiz noktada mesele devlet açısından çok zor bir mesele değil, atacağı bir iki adıma bağlı. TRT ŞEŞ’i reddederek, seçmeli dersi reddederek PKK kendi altındaki halıyı kendisi çekmiştir.

CHP ÖNERİSİ ÇOK ÖNEMLİDİR

CHP’nin önerisine gelelim. CHP sadece kendisi için değil, Türkiye siyaseti için de, Kürt meselesi açısından da tarihi bir adım attı ve elini taşın altına koymak istediğini ifade etti. Ne diyorsunuz?

Çok önemli bir girişim olarak görüyorum. Vakti zamanında Başbakan görüşelim önerisi getirdiğinde Deniz Baykal “kameraları getirin, film çevirelim” diyordu, çok kalmadı “kamera şakası” gibi bir şeye kurban gitti. Van’a gittiğinde de yumurtalı saldırıya uğramıştı Baykal. Kılıçdaroğlu döneminde CHP’liler ilk kez o topraklara ayakbastılar, biz burayı kazanmadıkça bu memlekette iktidar olmayız, dediler.

Zamanlamasını nasıl buldunuz CHP önerisinin?

Çok doğru bir zamana denk geldi. AK Parti çok yorulmuş, yalpalamaya başlamıştı, işin içinden nasıl çıkabileceğini kestiremiyordu. CHP’nin hamlesi onlara can simidi gibi geldi. Muhalefetle siyasi iktidarın yakınlaşmasına vesile oldu. Bir de şu var. CHP’yi büyük şehirlerdeki faşist ulusalcılardan ibaret zannediyorduk. Öyle değil aslında, Anadolu’nun büyük kısmında Alevilerden, Kürtlerden, sendikalardan, meselenin çözümünü isteyenlerden oy alıyor. Merkezin meseleyi kapatmasından kaynaklanan bir sorun vardı orta yerde

VARSIN MHP MUTABAKAT DIŞINDA KALSIN

Diyelim ki iki parti her konuda anlaştı, CHP VE AK Parti’nin çözüm için sağlayacağı mutabakatı yeterli görür müsünüz?

Meselenin çözümü için yüzde 75-80’lik kitle toplanmış oldu. Tabi ki yeterlidir. MHP dahil olması iyi değildir ayrıca. MHP ile neyi konuşabilir, neyi kabul ettirebilirsiniz? Kürtlerin taleplerinin hangisine evet diyebilir? Demeyeceğine göre neyin uzlaşması olacak? Ayrıca gerek de yok yüzde 10 da muhalif olsun. Kaldı ki bu ülkede bu meselenin çözülmesine istemeyen yüzde 10’luk bir kesim olduğunu düşünüyorum. MHP yöneticileri yanlış yapıyorlar. Şu an seçime gidilse MHP oyları düşer.

AK PARTİ YENİ BİR ŞARKI SÖYLEMELİ

CHP’den oy kayar mı MHP’ye? Sonuçta iki parti de hele de bu meselede uzunca bir zamandır “bölücü-hain” söylemini paylaşıyordu.

MHP muhtemelen bunu düşünerek yapıyor zaten. CHP’nin küstürülmüş seçmeni, nasyonalist ulusalcılar MHP’ye kayar. Ama çocuğu askerde ölen Anadolu’daki MHP’lileri de kaçırmış olur. Onlar da CHP ya da AKP’ye gider. Son on yılda siyasetçilerle toplum da değişti. Toplum siyasetçilerden çok önde ayrıca. AK Parti ekonomide, siyasal hayatta atılımlar yapıyor ama söylemlerini hiç değiştirmiyor. Hala aynı şarkıyı söylüyorlar, bu şarkının değişmesi gerekiyor. Tamam, 10 sene önce heyecan verici bir şarkıydı, beraber yürüdüler yağan yağmurda. Ama yürüdünüz, yolun yarısına bile geçtiniz, şimdi koşma zamanı, dolayısıyla bir koşma şarkısı bulmalısınız. Ülkenin asıl dinamiklerine vurulmuş prangalar çözülünce bir anda herkes zincirlerinden boşalmış gibi koşmaya başladı çünkü. Ama AK Parti’deki durum ya yorgunluktan, ya rehavetten, ya da muktedir olmaktan kaynaklanıyor olabilir.

AK PARTİ DOKUNULMAZ ALANA DOKUNDU

Yorgunluk dışında da sebebi olabilir mi? Demokratik açılım açıklandığında, süreç büyük bir iyi niyetle başladığında, “gelin ortak akıl oluşturalım” dendiğinde hükümetin yalnız bırakılmasının etkisi yok mudur? MHP ve CHP bölücülükle hainlikle suçluyordu hükümeti ve “daha nasıl çözeceğini bile bilmiyor, bize soruyor” deniyordu. Habur ve Oslo sürecinin o şekilde sonuçlanmasından evvel de bunlar yaşanmıştı, olup bitenlerin yorgunluğa etkisi ne olmuştur?

Kürt meselesi Cumhuriyetle yaşıttır. Ve fakat el yakıcı bir sorundur, elini atan idam gömleğini giymek zorundadır. Herkes meseleye ihtiyatlı yaklaşır. Muhalefetteyken çözüme dair sinyaller verse de devletin soğuk yüzüyle karşılaşınca devlet ona derdi ki “burada dur kardeşim, burası benim alanım”. Ak Parti işte o dokunulmaz diye düşünülen alana el attı. Baktı ki bu, halka söylenmiş koca bir yalandır. Ama bu işe bir programla girmedi. Program yapayım derken işler karıştı. Ama seçimde halk dedi ki “yürü baba, al sana yüzde 58” . CHP’nin önerisi Kürt meselesinin çözümü için Cumhuriyet tarihi boyunca, AK Parti’nin “demokratik açılım” hamlesinden sonra getirilmiş en büyük ikinci adımdır. Büyük çünkü iktidarı bu işte tek basına olmaktan kurtardı, sorumluluk alarak güven verdi.

KÜRT MESELESİNİ ÇÖZMEMEK BÖLÜCÜLÜKTÜR

Daha düne kadar bölücülük söylemini MHP kadar kullanıyordu CHP de?

Artık herkes biliyor ki Kürt meselesini çözmemek bölücülüktür. Kürt meselesini çözmeseniz 20 sene ya sonra Kürtler sizden ayrılır, ya da Türkler Kürtleri istemiyorum diyebilir. O yüzden bölücülük, bu sorunu çözmemektir.

ÖNDER SAV OLSAYDI BÖYLE OLMAZDI

1920’lerin ortasından itibaren başlayan ve Kürt meselesi diye bir meseleyi var eden süreçte, o inkarcı ve asimilasyoncu politikalarda bir şekilde CHP’nin kurumsal bir varlık olarak sorumluluğu var. Bunca yıl sonra CHP’nin Kürt meselesinin varlığını kabul etmesini, çözüm arayışına girmesini “olay yerine, ‘cinayet mahalline’ dönmesi” olarak yorumlamak acımasızlık mı olur?

Şu anda ki CHP yöneticilerinin, genel başkan dahil olmak üzere “1940’lı yıllar ne güzel yıllardı” diyebildiğini sanmıyorum. Dolayısıyla orada Önder Sav oturuyor olsaydı böyle bir şey diyor olabilirdik. Ama okumuş-yazmış, beyaz yakalıların içinden de faşist ulusalcılar çıksa da CHP tabanı meselenin çözümünde o kadar katı değil. Kim ister çocuklarının ölmesini, bundan kimin ne çıkarı olabilir ki? Eskiden bir ideoloji vardı, insanlar inanıyordu,  ama hepsi parçalandı. Artık bu memlekette yaşayan insanlar, kim beni daha müreffeh yaşatabilir diye bakıyor. İdeolojiler entelektüellerin buluşları, bir değeri kıymeti yok. Çocuğunun geleceğine, eğitimine, sağlığına bakıyor, kim daha iyi yapar bu işleri diye bakıyor.

BAŞBAKAN CHP’NİN YAKASINI BIRAKMASIN

CHP’nin önerisinin akıbeti ne olacak sizce?

Bunun heba edilmemesi lazım. AK Parti’nin CHP’nin kuyruğunu bırakmaması lazım. CHP blöf yaptıysa bile, blöfü gördü AK Parti. Ki ben samimi olduğunu düşünüyorum, işin içinde tanıdığım kişiler de olduğu için. Her Salı günü Başbakan’ın hatırlatması lazım Kılıçdaroğlu’na ne oldu diye. MHP seni zaten reddetmişti, MHP yoksa da biz yüzde 70’iz, gel kardeşim biz bu işi yapalım demesi lazım.

BDP’ye gelince, BDP milletvekilleri Hakkari’ye Şırnak’a yol su elektrik götürmek için gelmediler Meclis’e. Kürt sorununun çözüm yolları için oy verdi insanlar onlara. Bağırıp çağırıp bardık kırın diye değil sükunetle meseleyi siyasi zemine çekin diye oy verdiler. Silahsızlandırma meselesi öncelikli, gerisi kolay.

Zaten dünya uygarlığı herkesin eşit olmasını emrediyor. Türklerle Kürtler 70 senedir eşit değildir.  Türkçeye tanıdığın tüm hakları Kürtçeye tanıyacaksınız. Niçin Türk Kızılay’ıdır adı, ben kürdüm, ben kan vermiyor muyum? Türkiye bana da aitse bütün Kürtler ve Araplar da kan veriyor neden adı Türkiye Kızılay’ı değil de Türk Kızılay’ı diye sormuştu Abdurrahman Kurt? Niçin Türk Silahlı Kuvvetleri? Çok güzel bir şeyse niye sadece Hakkari çarşısının girişinde  “Ne mutlu Türküm diye” diye yazılı? Mesela aynı slogan Nişantaşı’nın girişine de yazılsın ki buradaki Türkler de kendini mutlu hissetsin, hiç olmasa mutlulukta eşit olalım değil mi?

HARİKA ZAMANLAMA, DOĞRU SAPTAMA

Çok önemli bir başka gelişmeye geçelim istiyorum. Leyla Zana “Türkiye Türklerindir” logolu Hürriyet gazetesine bir röportaj verdi ve “Kürt meselesini Başbakan Erdoğan çözer, ona yardım edelim” dedi. Bu açıklamanın zamanlaması ve içeriği ne diyor size?

Muhteşem bir zamanlama, muhteşem bir çıkış, doğru bir saptama; gerçekçi. Çünkü neresinden bakarsanız bakın, AK Parti’ye henüz bir rakip çıkmış değil siyasal arenaya, bir iki dönem daha iktidarda kalacaklar gibi… Erdoğan iki sene daha Başbakan, ardından da Cumhurbaşkanı olacak, bunu herkes biliyor. Yani bu durumda 2023 yılına kadar Erdoğan bu ülkeyi yönetecek. Bu süre içinde Kürt sorununun çözüleceğini tahmin ediyorsanız, bunun Erdoğan’la çözüleceğine de inanmalısınız. Merih’ten başka bir adam gelmeyeceğine göre… Yani her halükarda Erdoğan muhatabınız; savaşacaksanız da onunla savaşacaksınız, müzakere yapacaksanız da onunla yapacaksınız, barışacaksanız da onunla barışacaksınız… Zana’nın çıkışı CHP’nin girişimiyle de üst üste gelince umutlu rüzgârların esmesine neden oldu.

LEYLA ZANA KÜRT HALKININ TERCÜMANIDIR

Zana etkili bir siyasi kişilik. İmralı ve Kandil’den farklı bir söylem geliştirmiş, iradi bir tutum almış olmasını neye yoralım?

Zana’nın kişiliğine… Bu devletin Kürt halkına en büyük armağanı Leyla Zana’dır. Hapishane kapılarında kocasını beklerken büyüdü, hapishanede olgunlaştı, siyasette de Kürtlerin arasında sözüne güvenilir, dirayetli, dirençli ve kendine güveni tam bir kişilik haline geldi. Devletin zulmü olmasaydı, belki ev kadını olarak kalacaktı, zulme teşekkür edilmez ama her şerde bir hayır vardır, bu süreç Leyla Zana’yı doğurdu. Kürtlerin ona çok ihtiyacı var. Bütün umutların tükendiği bir anda çıktı, umut yeşertti. Yüksek dağların başında hem sürüngenler, hem de uçan kuşlar yaşar; kuşlar oraya uçarak, sürüngenler sürünerek ulaşmış, öyle derler. Leyla Zana sürünerek ulaşanlardandır. Kürt halkının yüreğinin tercümanıdır şu anda.

Bu açıklamaların ona ve Türkiye’ye, sürece geri dönüşü ne olur?

O cenahta, korku tek seslilik doğurmuştu. Kimse sürüden ayrılmak istemiyordu. Ayrılanların başına gelenlere en iyi örnek Orhan Miroğlu’dur. İçinden geçenleri söyleyerek “tecrit” olmayı kimse kolay kolay göze almaz. Siz bakmayın Marks’ın söylediklerine, herkesin kaybedeceği çok şeyi var. Leyla Zana bunu göze aldı. Şimdiye kadar neyi göze almadı ki? Meclis kürsüsünde Kürtçe yemin ederken çok şeyi göze almıştı, şimdi de kendi mahallesinden gelecek buna benzer ağır bir cezayı göze alıyor. Ama buna benzer göze almalar sayesinde terse döner rüzgârlar. Geriye dönüşü soruyorsunuz… Daha ne olsun… İki günde memlekette yeni bir iklime vesile oldu. Ama acıtıcı olan, yaşı Leyla Zana’nın yattığı hapis kadar olan bazı yeni yetmelerin Zana’yı neredeyse “hain” ilan etmeleri… İttihatçılardan, Kemalistlerden edindikleri tek kötü huyları bu olsa… Ama bunlar Leyla Zana’yı yıldırmaz, hepimiz biliyoruz.