PKK’nın Kürt asimilasyonu!

Açlık grevi ölüm orucuna dönmesin, bu süreçte bir tek can bile kaybedilmesin diye Adalet Bakanı Sadullah Ergin azami bir titizlik, samimiyet ve gayretle çalışırken, PKK’nın daha fazla insanı ölüme yatırmasını, BDP’nin ölümü alkışlayacak bir şiddet popülizmine düşmesini engellemek için kelimelerini itina ile seçerken 11 yaşındaki Faris, PKK’nın bombalı saldırısında hayatını kaybetti. Bütün Türkiye, cezaevlerinden aman ha bir tek ölüm haberi gelmesin diye teyakkuz halindeyken, Adalet Bakanı ayrı, Cumhurbaşkanı ayrı, Başbakan ayrı konunun takipçisiyken, Şemdinli’de bir çocuk can verdi. PKK’nın ‘yüce ideallerinin’ yanında Faris’in ne kıymeti var ki! Ama annesi soruyor işte: “Nasıl kıydınız, niçin kıydınız Farisime?”, “Bizim hakkımızı bizi öldürerek mi savunuyorsunuz?

Kimi zayi kimi fedai

Medyasıyla, sivil toplumuyla Türkiye açlık grevindeki mahkumları vazgeçirmeye gayret ederken, Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç acılı bir baba olarak “vazgeçin” çağrısında bulunurken “Abdullah Öcalan herhangi bir konuda avukatlarıyla görüşmeyi arzu ederse bu imkanın Adalet Bakanlığı’nca sağlanması mümkün olabilir” derken Faris ölüyor, Cennet gibi, Eren gibi, Sultan gibi... PKK’nın yüce idealleri uğruna ‘zayi’ oluyor! Bile isteye, ölümü göze alarak değil, misal bayram alışverişine giderken, bir düğünden dönerken, dershane çıkışında, hiç beklemediği bir anda, ‘PKK zayiatı’ olarak...

Cezaevlerinde “ölün” emrine yatanlar arasında Allah vermeye bir ölen olsa o ‘zayiat’ olmayacak; kendini PKK’ya feda etmiş olacak.

Açlık grevinin başlatılması, grevi bırakanların yerine derhal yenilerinin sokulması, toplu açlık grevi tehditlerinin yapılması ve grevin teşrifatçılarının her gün hükümete ateş püskürmesi ne için? Bir kez daha sıralayalım, anadilde savunma, anadilde eğitim ve Öcalan’a tecridin kaldırılması için, öyle mi? Ne kadar ilginç ki, açlık grevleri zaten anadilde savunmanın ‘yol haritasına alındığı’, Adalet Bakanlığı’nın konuyla ilgili düzenlemeyi zaten yapar olduğu bir dönemde başlatıldı. Yani Kürtçe savunma zaten Meclis yolundaydı. İkinci Oslo laflarının çok sık edilmeye başlandığı, PKK’nın her gün bir kanlı eylem gerçekleştirmesine rağmen Başbakan Erdoğan’ın “gerek gördüğümüzde görüşürüz de” tonunda konuştuğu bir vasatta açlık grevi devreye girdi. Kürt sorununun kalem kalem çözülmesinin önünü alma, Kürt açılımının devam ettiği gerçeğini örtme eylemi olarak başlatıldı açlık grevi.

Beklenen ölüm haberi

Kandil açlık grevi sonlanabilir mesajı vermekteymiş. Hani ölüm oruçları mahkumların kendi iradeleriyle başlamıştı. “Ölüm emrini Kandil verdi” denilince kızanlar, “Kandil’den yumuşama sinyali” şeklinde haber geçmeye sıkılmıyorlar. Açlık grevinin, yüreği yumuşak destekleyicileri, cezaevlerinden gelecek ölüm haberini bekleyenler, geldi işte ölüm haberi, PKK’nın ölün emri verdikleri arasından değil, bizzat öldürdüğü Faris’ten geldi.

PKK demokratik açılımı budamak için her yolu deniyor, atılan her adımı bombalıyor, hiçbir şey yapamadıysa demokratikleşmenin kendi hanesine yazılmasını sağlamaya çalışıyor. Analizlerine bu ön kabulle başlayan ‘aydın’, ‘Kürt sorunu uzmanı’ sayısı hiç az değil. “PKK olmasaydı Kürt sorunu bugün dillendiriliyor olmazdı” cümlesini hiç şüphe etmeden, ‘acaba’ demeden kuranlar, Kürt açılımı sürecinde PKK’nın sergilediği kanlı performansa bakıp kendilerini tashih etmelidirler. PKK, Kürt halkının hakları için mücadele eden bir örgüt olmaktan çoktan çıkmış, dahası Kürtleri asimile eden bir yapıya dönüşmüştür.