Türkiye’nin Kürt sorununu çözmek yolunda atmaya hazýrlandýðý adýmlar karþýsýnda bir süre önce Karayýlan’ýn aðzýndan ýlýmlý mesajlar vermeye baþlayan ve bazýlarýmýzý “çözüm” için ümitlendirebilen PKK ne oldu da birden bire kafasý kesik tavuk gibi canhýraþ saldýrmaya baþladý? Bunun Suriye’deki geliþmelerle ilgili olduðunu düþünenler haklý, ama konu sadece Suriye ile sýnýrlý deðil.
Yüz yýl öncesine kadar Pax Ottomana sistemi içinde yer alan (ve Mezopotamya’dan Maðrip’e uzanan) koca bir bölgedeki politik mimari yeni baþtan þekilleniyor. Bu sürece etki etmek isteyen güçler elleri altýndaki bütün araçlarý sahaya sürüyorlar. PKK da o araçlardan biri ve zaten epeydir böylesi planlara hizmet etmesi için kullanýmda.
Sanýldýðý gibi bu süreç Arap Baharý ile baþlamadý. Ama galiba sonuç alýcý kýrýlma Maðrip ve Ortadoðu halklarýnýn kendi köhne ve zalim rejimlerine karþý baþkaldýrýsýyla baþlayan bu süreçte oluþuyor. Birinci Dünya Savaþý’ndan sonra oluþturulan yapay politik mimarinin yerine yenisi geliyor.
Bu anlamda ilk sarsýntý Ýran Ýslam Devrimi’yle gerçekleþmiþti. Bu ülkenin Anglosaksonlarýn kontrolünden çýkmasýyla Körfez bölgesinde bu güçlerin çýkarlarý adýna güvenlik riski oluþtu. Irak’ýn (ve Afganistan’ýn) iþgalini bu kaygý doðurdu. Ama iþgalin sonuçlarý istenilen hedeflere hizmet etmedi. Retorik düzleminde bölgenin özgürleþmesini ve Ýslam dünyasýnýn batý emperyalizminin pençesinden kurtarýlmasýný savunan ama aslýnda Ýslam evrenselciliðine deðil Þii jeopolitiðine dayanarak ayakta kalmayý ve nüfuzunu artýrmayý seçmiþ olan Ýran bu süreçte alan kazandý. Hem de kolunu bile kýmýldatmadan.
Þimdilerde ise Arap Baharý süreci Türkiye’nin önüne geniþ bir nüfuz ve hareket alaný açacak gibi görünüyor. Ankara’nýn Kürt meselesini kendi içinde bir kýsýrdöngüyle uðraþarak deðil, öncelikle dýþarýdan kuþatarak çözmeye yönelmiþ görünmesi de bazý güçler tarafýndan tehlikeli bir geleceðin habercisi olarak algýlanýyor olabilir.
Bölgenin yeni mimarisi þekillenirken hiçbir güç seyirci kalmayý kabullenmeyecektir doðal olarak.
Türkiye’nin nüfuzunu artýrmasýna imkân vermesi beklenen model konusunda Anglosaksonlar arasýnda belli belirsiz bir ihtilafýn mevcudiyeti sezilebiliyor. ABD’nin kendi içindeki iktidar kanatlarý arasýnda bu konuda yaþanan çatýþma ise çok daha belirgin.
Bu modele karþý çýkan güçler arasýnda kýta Avrupa’sýnýn iki büyük gücünün yani sýra iki bölge gücünün gölgesi de dikkatli bakýlýnca seçilebiliyor. Elbette Avrupa monoblok bir yapý deðil. Bu modele sýcak bakan unsurlarý da içinde barýndýrabiliyor. Kim bilir, belki bölgedeki daha kapalý yapýlarýn içinde de farklý yaklaþýmlara sahip olanlar vardýr. Ama görünen o ki bu modele Obama Amerikasý dýþýnda açýk destek veren bir güç yok.
Çýkarlar çatýþtýðýnda dostluklar bir anda düþmanlýða dönüþebiliyor. Uluslararasý iliþkilerin doðasýnda var bu.
Unutulmamalý ki bu bölgeyi þekillendiren 1. Dünya Savaþý zaten bölgenin paylaþýlmasý için yapýldý. Onun için “bu savaþa girmeseydik imparatorluðumuz parçalanmazdý” diye yapýlan analizler cehalete dayandýklarý için manasýz. Öyle ki savaþa baþlangýçta Ýngilizlerin yanýnda girmek için çabalayan Ýttihatçý liderler de olmayacak duaya âmin dediklerini kýsa sürede anlamýþlardý. Hatta Stefanos Yerasimos’un tezine göre Ýngilizler Goeben ve Breslau zýrhlýlarýnýn Türk boðazlarýna geçiþine göz yummuþlardý. Çünkü hem bir an önce savaþa girmemizi hem de Ýstanbul ve boðazlarý ele geçirmek için yanýp tutuþan “müttefikleri” Rusya’yý Karadeniz’de oyalayacak bir donanma gücüne sahip olmamýzý istiyorlardý! Çünkü Ruslarýn sýcak denizlere inmesi ve petrol bölgeleri üzerinde tehdit oluþturmasý Ýngilizlerin hiçbir zaman kabullenemeyecekleri bir geliþme olurdu.
Uluslararasý iliþkilerin doðasýnda olan bir þey daha var: Kimin elinin kimin cebinde olduðunu hiçbir zaman tam olarak bilemezsiniz.