Bir ülke sinemasýnýn saðlam geleneði, bir ekol olabilmesine ve devamlýlýk göstermesine, tematik ve görsel bütünlük arz etmesine baðlýdýr. Polonya sinemasýnda bunlarýn hepsi fazlasýyla var. O yüzden de nicelik açýsýndan küçük bir endüstriden büyük filmler çýkarabiliyorlar.
Bunlarýn sonuncusu Pawel Pawlikowski’nin “Ida” adlý filmi. 38. Gdynia Film Festivali’nde en iyi Polonya yapýmý seçildi ve Altýn Aslan kazandý. Ayný sýrada Toronto Uluslararasý Film Festivali’nde onca filmin arasýndan sýyrýlýp FIPRESCI - Uluslararasý Film Eleþtirmenleri Federasyonu ödülünü de aldý.
“Ida” öncelikle klasik tadýnda bir film. Altmýþlý yýllarda siyah beyaz çekilmiþ, kopyasý temizlenmiþ bir film olduðu iddia edilse “Ne filmler çekiliyordu o zamanlar, bak hala nasýl da modern” diyebilirdik! Pawlikowski Ýkinci Dünya Savaþý travmasýndan mustarip kuþaðýn moral çöküþünü ve savaþý hatýrlamayacak kadar küçük olan yeni kuþaðýn geliþini ele alýyor “Ida”da. Yemin etmeden önce baþrahibe tarafýndan ýsrarla hayattaki tek akrabasý olan teyzesinin yanýna gönderilen genç rahibe adayý ailesini, kökenini, içinde yaþadýðý toplumu tanýdýktan sonra hayatýna yön veriyor... Geçmiþin günahlarýyla geleceðin belirsizliði arasýnda...
Polonya sinema geleneðinin çok saðlam olduðunu zaten yetiþtirdiði büyük ustalardan biliyoruz. Lodz misali ünü dünyayý tutmuþ bir film akademisinin varlýðý da çok þey katýyor. Yönetmenin dehasý elbette bu eðitimin üstüne kiþiliðini ve tarzýný katýyor ama ülke sinemasýna da bir temel oluþturuyor.
***
Andrzej Wajda’nýn 1956 yapýmý “Kanal”ý ile Agniezska Holland’ýn 2012 yapýmý “Karanlýktakiler”i arasýndaki tek ortak nokta Varþova’nýn altýnda dehlizler halinde uzanan kanalizasyonda geçmesi deðil. Orada eylemleri için örgütlenen direniþçilerle canlarýný kurtarmaya çalýþan Yahudilerin öykülerinin ülkenin kültür sanat alemi için altmýþ yýl önce de altmýþ yýl sonra da çok önemli bir mesele olarak varlýðý. Teknik ve estetik yönden mükemmeliyeti hedeflerken ayný zamanda da o dönemden çýkarýlacak ahlaki dersleri ve sað kalma savaþý veren insanlarýn ruh hallerini aktarabilme titizliði var.
O dönemin ustalarýndan Roman Polanski, ülkesinden kopup Amerika ve Fransa’da filmler çekmiþ olsa da Polonya’daki sinema mirasýný devralmýþ bir isim. Bu yýl da Gdynia’da prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yaptýðý “Kürk Mantolu Venüs” ile yarýþtý. Gayet Fransýz bir tiyatro oyunu olsa da ülkesi Polanski soyadlý oðlunu dýþlamýyor...
Polanski çoktandýr hafif filmler yapýyor ama Polonya sinemasýnda 2. Dünya Savaþý ve sosyalist rejim üzerinden geçmiþle; din ve kilise üzerinden bireyin inancýyla hesaplaþma hiç bitmiyor. Kazimierz Kutz’un 1963 yapýmý klasiðini izledik ortak temalara 50 yýl sonra da rastladýk. O filmden ayný dönemde toplu olarak bulunan temalar farklý filmlere bölünmüþtü.
“Papusza” Nazilerden canlarýný zor kurtaran Romanlarýn sosyalistlerden de eza görmesine, ayrýmcýlýða uðramasýna, adý Papusza (oyuncak bebek) anlamýna gelen, okuma yazma öðrenmiþ bir Roman kadýn þairin hayatý aracýlýðýyla deðiniyordu.
Berlin Film Festivali’nde Altýn Ayý adayý olan “...Adýna” Mevlana ile Þems iliþkisini andýran konusuyla Malgozsa Szumowska’ya En Ýyi Yönetmen ödülü kazandýrdý.
Belli ki eþcinsel olma, açýða çýkma hala daha Polonya’da hem ailevi hem toplumsal bir kriz nedeni “Floating Skyscrapers” (Yüzen Gökdelenler) adlý film de bu konuya deðiniyordu.
Jacek Bromski’ye En Ýyi Senaryo ödülü kazandýran “One Way Ticket to the Moon” (Aya Tek Yön Bilet) Polonya’nýn geçmiþine bir hiciv. Sosyalist rejimi benimsememiþ bir ülkeye rüþvetin ve göç etme fikrinin egemen olduðu yoz ortamý mizahla anlatýyordu. Bugünkü kimin eli kimin cebinde yozlaþmasýný ise trafik polisleri üzerinden iþ - siyaset dünyasýna projeksiyon yapan “Trafik” adlý filmde izledik.