Prof. Dr. Bedri Gencer: Þeriatsýz hakikat, namazsýz niyaz dönemini yaþýyoruz

 


PROF. DR. BEDRÝ GENCER ÝLE ÝSLAM’DA MODERNLEÞME SÜRECÝNÝ KONUÞTUK


Prof. Gencer: Sosyal hayata derinden nüfuz eden modernleþmenin sonucu olarak sekülerleþme, dini telakkiyi etkiliyor. Bu dönüþüm, inandýðý gibi yaþamayanlarýn yaþadýðýna inanmaya baþlamasý demek.


Türkiye toplumunun din ile olan iliþkisinin ne olduðu, nereye evrildiði ve akýbetin ne olacaðýna iliþkin merak her düzeyde varlýðýný koruyor. Ardý ardýna bilimsel çalýþmalar, sosyolojik sondajlar yapýlýyor, ortaya çýkan sonuçlar üzerinden toplum masaya yatýrýlýyor ve farklý açýlardan baþka baþka niyetlerle didik didik ediliyor. Ýlginç olan þu ki, yapýlan analizler hemen her “meþrep” için de elveriþli.


Evet ama toplumdan alýnan “parçalar” bütündeki deðiþimi anlamak için yeterli mi? Bugünü anlamak için bütün hikayeyi bilmek gerekmiyor mu? Üç dini de etkileyen modernizm hangi þartlarda ortaya çýktý, her birini nasýl etkiledi? Ýbrahimi dinlerin modernizm, sekülerizm tecrübesi nerelerde benzeþiyor, nerelerde ayrýþýyor? Bugünün dünyasý, Doðusu ile Batýsý nasýl oluþtu? Hayattan çekilen dinin yerini ne doldurdu? Ýnsanlýk olarak neyi kaybettik?


Özetle; dünyadaki, Ýslam dünyasýndaki ve Türkiye toplumundaki deðiþim sürecini Yýldýz Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Baþkaný Prof. Dr. Bedri Gencer ile konuþtuk. Prof. Gencer, Doðu-Batý Yayýnlarýndan çýkan ve Ýslam'ýn modernleþmesi hakkýnda bugüne kadar yapýlmýþ en kapsamlý ve derinlikli inceleme olma özelliði taþýyan, takrizini de Prof. Dr. Þerif Mardin’in yazdýðý “Ýslam’da Modernleþme” adlý 900 sayfalýk mükellef eserin müellifi.


Sizinle günümüz dünyasýnýn dinle iliþkisini konuþmak istiyorum. Biraz gerilere gitmek zaruri, þuradan baþlayalým: Ýbrahimi dinlerin modernizm tecrübesi hep ayný mý seyretti? Yahudilik, Hýristiyanlýk ve Ýslam modernleþme karþýsýnda nasýl tutum aldý, akýbet ne oldu?


19. asýr, bütün dünyanýn olduðu gibi Ýbrahimî dinlerin de “en uzun asrý”ydý. Modernizm, geleneksel dinlere yeni bir evrensellik iddiasýyla gelen modern bilgiye dayalý seküler dünya görüþü sayesinde hem dolaylý, hem de hermenötik (yorumsama) gibi disiplinler sayesinde doðrudanmeydan okudu. Geleneksel olarak Ýbrahimî dinler, dinlerin içeriklerinin hakikate uygun olup olmamasýna göre üstünlük mücadelesi vermiþlerdi; oysa þimdi durum deðiþmiþti. Yükselen historisizm ve pozitivizm çaðýnda mutlak hakikat fikrinin yerini alan evrensellik ölçütüne göre artýk dinlerin üstünlüðüne karar verilecekti. “Yeni bir dünya kurma” esprisine dayalý modernizmin hizmetine giren hermenötik, filolojik perspektiften temellerini sorgulayarak geleneksel dinlerin evrensellikiddialarýný sarstý.


DÝNDAR AYDINLARIN KARAR ANI


Bu sorgulamanýn sonucu ne oldu?


Ýbrahimî dinlerin temellerinin bu tür bir sorgulamaya uðramasý, bir krize ve “içsel modernizm”deðimiz bir arayýþa yol açtý. Üç din ve benimsendiði topluluklarýn farklýlýklarýna göre belli bir çeþitlilik arz etse de ortak tahaddiye tepki olarak doðan bu arayýþýn ortak bir yönü gözlenebilirdi. Modern bilgiye dayalý, evrensel-yöneliþli seküler dünya görüþü, geleneksel dinleri tarihîleþtirerek çaðýn dýþýna itmiþti. Herhangi bir uzlaþma noktasý bulunmaksýzýn Hýristiyanlýðýn tamamýyla içeriden (reformasyon) veya tamamýyla dýþarýdan (modernizm) dönüþtürülmesi, dindar aydýnlarý bir karar anýna getirecekti. Hýristiyanlýk ve diðer dinler, ya Hegelci modernizme dayanan Marx sayesinde seküler bir dine yerlerini býrakacak veya “dýþsal modernizm”lehesaplaþma anlamýna gelen bir “içsel modernizm” sayesinde ayakta kalacaklardý. Hýzlanan tarihte bu iki þýk da gerçekleþti. Yahudi, Katolik Hýristiyan ve Müslüman aydýnlarýn bir kýsmý mesihçilik psikolojisiyle yeni bir yeryüzü cenneti vaat eden Marksizm’e sýðýnýrken bir kýsmý dinleri adýna sekülerizmle hesaplaþmayý seçtiler. Hýristiyanlýk ve Yahudilik gibi dinler, zamanýnda kendilerine karþý doðan dýþsal modernizmle uzlaþma arayýþýna girmek zorunda kaldýlar ve böylece “Katolik modernizm”, “Yahudi modernizm” ve “Ýslamî modernizm” gibi “içsel modernizmler” doðdu.


ÜÇ DÝNÝN AKIBETÝ FARKLI OLDU


Dindar aydýnlarýn tek amacý dinlerini modernizm karþýsýnda hayatta ve ayakta tutmak mýydý yani?


19. asýrda Marx’a göre “gemileri yakmak” yerine daha ýlýmlý bir yol seçen üç Ýbrahimî dinden aydýnlarýn hepsinin de ortak hedefi, iki temel yolla rasyonalizm ve rasyonalite sayesinde dinlerinin evrenselliðini göstererek ayakta kalmasýný saðlamaktý. Birincisi, dinlerinin temel teorik yapýlarýnýn, genel olarak bilim denen rasyonalizmin eseri modern bilgiye, ikincisi dinlerinin temel pratik yapýlarýnýn rasyonalitenin eseri medeniyet denen modern hayat tarzýna uyabilirliðini göstermek. Ancak yapýsal farklýlýklarýndan dolayý bu üç dinin modernleþme tecrübesinin akýbeti farklý oldu.Burada modernleþmedenkastýmýzýn sekülerleþme, sekülerleþmenin ise Türkçe’ye yanlýþlýkla medeniyet olarak aktarýlan medenîleþme(civilization) olduðunu söylemeliyim.


EN DÝRENÇLÝ DÝN ÝSLAM


Üç Ýbrahimî dinin modernleþme tecrübeleri nerelerde farklýlaþtý peki?


Ýbrahimî dinlerde din þeriat, þeriat ise fýkýh demektir. Ancak zamanla Yahudilik, gelenek, Hýristiyanlýk teolojiye indirgenirken sadece Ýslam, þeriat=fýkýhla özdeþliðini korudu. Dolayýsýyla Hýristiyanlýðýn dönüþtürülmesinin ardýndan 1934’te çýkan Judaism as a Civilization adlý eserinde olduðu gibi Mordecai Kaplan, Yahudiliðin de doðrudan civilizationa dönüþtürülmesini savunabilmiþti. Diðer taraftan her ne kadar çaðýmýzda Ýslam dünyasý, Ýslam’ýn din mi, medeniyet mi olduðunu tartýþma noktasýna gelse de modernlik projesine üç din arasýnda en dirençli Ýslam çýkacaktý.


DÝN TERAKKÝYE MANÝ MÝDÝR?


“Din, ilerlemeye mânidir” tezi, inanýþý, teslimiyeti Batý’yý ve Batý’ya bakýp onu model alan veya refleks geliþtiren ülkelerde halen cârî midir, aþýnmýþ mýdýr?


Tarihî perspektifte bu ithamý aslýnda kimin, kime karþý ve niçin kullandýðý anlaþýlýrsa mesele de netleþir. Karýþýklýða yol açan en önemli sebeplerden biri “hangi Batý” diye sormadan bir etki kaynaðý olarak Batý kavramýný alelýtlak (genel olarak) kullanmamýzdýr. 19. asýrda sanayi devrimi ile zirveye çýkan modernlik, Protestanlýðýn eseriydi; yani alelýtlak Batý denen modern Batý, Protestan Batý idi. 19. asýrda Protestanlýk, sanayi devrimi ile modernleþmenin zirvesine çýktýktan sonra Katoliklik ile Protestanlýk arasýndaki tireyi oluþturan Cizvitliðin ürettiði civilisation (medeniyet) kavramýný progress (ilerleme) ile ikame etti ve yakýn ve uzak ötekisi olarak Katoliklik ile Ýslâm’ý mâni’-i terakkî (ilerlemeye engel) olduklarý ithamýyla bertaraf etti.


Geleneksel olarak Katoliklik Avrupa’nýn saðý, Protestanlýk solu iken artýk konumlar deðiþmiþ, Katoliklik sol, Protestanlýk sað olmuþ, din-içi ve dinler-arasý kültür savaþýnda hâkim konuma geçmiþti. Bu süreçte Protestanlýðý ilerlemeyle özdeþleþtiren aydýnlarýn gerek Katolikler, gerekse Müslümanlara açtýklarý kültür savaþý, “ilerleme karþýtlýðý” tezine dayanýyordu; bunu ifade eden yobazlýk kavramý da bu süreçte terviç edildi (revaç bulmasý saðlandý). Yobazlýk, geleneksel olarak Katolikliðin Protestanlýk ve baþka dinlere yönelttiði “gayr-i medenîlik” anlamýnda barbarlýðýn yerini almýþtý. Burada Protestanlýk, kendini seküler bir din olarak ilerlemeyle özdeþleþtirirken Katoliklik ile Ýslâm’ý (Türklük ve) dinle özdeþleþtirdiði için buradan alelýtlak “Din (Türklükle özdeþ Ýslâm dini), ilerlemeye mânidir” sonucu çýkmýþtýr. Bu, anlayýþ, farkýnda olmadan kendini civilization, globalization sürecinde hâkim, Protestan konumda gören Batý-dýþý ülkelerin aydýnlarýnýn söylemlerinde halen cârîdir.


ÝSLAMAFOBÝ VE JUDEOFOBÝ


Gelinen noktada Batý dünyasýnýn, Müslümanlarýn kutsal deðerlerine yönelik neredeyse sistematik saldýrýlarý ve bir de bunun mazur görülmesi beklentisi var. Bu durum size nasýl görünüyor?


Oldukça karmaþýk bir olgu olduðu içindir ki yapýlan analizlerin bir türlü Ýslamofobinin özüne nüfuz edemediði görülüyor. Kanaatimce Ýslamofobiyi kavramak için “Batý ve devir” olarak iki temel parametreyi göz önünde tutmak gerekir. Dediðimiz gibi Batý’ya yaklaþýmda hüküm süren karýþýklýk, içindeki kutuplaþmayý dikkate almaksýzýn Batý kavramýnýn alelýtlak kullanýlmasýdýr. Oysa Batý-dýþý dünyaya karþý tutumlar, Batý-içi Katolik/Protestan, sað/sol mücadelesi tarafýndan belirlenmektedir. Ýkinci parametre olarak Ýkinci Dünya Savaþý’ný Batý’da Ýslamofobi sürecinde dönüm noktasý olarak alabiliriz. 19. asýrdaki Ýslamofobi antisemitizmin, Ýkinci Dünya Savaþý’ndan sonraki Ýslamofobi ise antisiyonizmin ürünüdür.


Bunu açalým.


Antisemitizm, sanýldýðý gibi Yahudi veya Sâmî ýrk düþmanlýðý demek deðildir. 1648 Westphalia ile baþlayan sekülerleþme sürecinin sonunda 19. asýrda dinini medeniyete dönüþtüren Protestan Batý, eski medeniyetler olarak Sâmî ýrktan Yahudi ve Arap medeniyetlerine karþý Ârî ýrktan yeni Avrupa medeniyetini çýkarmaya yöneldi; antisemitizm, bu mücadelenin ideolojisiydi. Bu dönemde Protestan Batý veya somut olarak Anglikan Ýngiltere’nin iki fobisi, Yahudi korkusu, karþýtlýðý demek olan Judeofobi ile aslýnda Türk korkusu, karþýtlýðý anlamýna gelen Ýslamofobi idi. Sultan Abdülhamid’in Ýngiltere Cambridge’e gönderdiði Halil Halid’in A Study in English Turcophobia adlý eseri bunu açýkça ifade eder. Geleneksel anlayýþa göre etnik kimlikler, din ile ýrkýn karýþýmý olduðu için Batý’nýn gözünde Musevilik, Ýbranilik, Ýslâm da Türklük ile özdeþti. 19. asýrda Ýngiliz oryantalizm (William Muir) Arap hilafeti, Fransýz oryantalizmi (Gustave Le Bon) ise Arap medeniyeti tezleriyle Türk-liderliðindeki Ýslâm hilafetini yýktý.


ÝSRAÝL, YAHUDÝ KORKUSUNU AÞMAK ÝÇÝN KURULDU


Yahudi korkusunu nasýl aþtý peki Protestan Batý?


Protestan Batý, Ýslamofobi=Türkofobiyi bu þekilde aþtýktan sonra Judeofobiyi de aþmak için 1948’de Filistin’de Ýsrail Devleti’nin kuruluþunu saðladý. Batý, tâ Roma’da Hýristiyanlýðýn çýkýþýndan beri Yahudileri asimile etmeye, edemeyince de marjinalize etmeye yöneldi. Gettolar, bu bakýmdan bir Hýristiyan Avrupa olgusudur. Yahudilerle beraber yaþamak istemeyen Batý için Ýsrail de dünya çapýnda bir getto olarak kuruldu.


BATI DÜNYASI ÝSLAMAFOBÝDE BÝRLEÞÝYOR


Peki ya güncel Ýslamofobi? 19. asýrdaki Ýslamofobi antisemitizmin, Ýkinci Dünya Savaþý’ndan sonraki Ýslamofobi ise antisiyonizmin ürünü demiþtiniz…


Evet. Bu devirde Ýslamofobi önce Ýngiltere, sonra Amerika’da toplanan siyonist Hýristiyan ile Yahudi ittifakýnýn bir ürünü olarak doðdu. Burada bir öcü siyasasý olarak Ýslamofobi, tarihi boyunca asla pozitif bir birleþme zemini bulamayan Batý için birleþtirici bir güç iþlevi görmektedir ki bunda da 11 Eylül 2001 tezgâhý, bir dönüm noktasý olmuþtur. Bu olaydan sonra 22 Eylül 2003’te zamanýn Amerikan Dýþiþleri Bakaný Colin Powell’ýn BM’deki “Birleþik Devletler, bir Yahudi-Hýristiyan ülkedir” sözü, bu öcü siyasasýnýn resmî ifadesidir. Yahudi-Hýristiyan Avrupa medeniyeti söylemi, Ýkinci Dünya Savaþý’ndan sonra siyonizm ile doðmuþ bir þehir efsanesidir ki buna ne Hýristiyan, ne de Yahudi teologlar inanmakta. Toparlayacak olursak bugün Batý, Ýslâm dünyasýna karþý iki cepheli bir savaþ yürütüyor. Bir taraftan Müslümanlarýn mukaddesatýna saldýrý, Ýslamofobi ile Ýslâm’ý öcüleþtirmeye, Ýslâm dünyasýnýn siyonizme karþý siyasî direncini kýrmaya, diðer taraftan “Ýslâm medeniyeti” söyleminde somutlaþan bir “mutedil Ýslâm” anlayýþýný yayarak Ýslâm’ý evcilleþtirmeye çalýþmakta.


ÝSLAMI EVCÝLLEÞTÝRME SÖYLEMÝ


Ýslâm medeniyeti söyleminin Ýslâm’ý evcilleþtirmeye yaradýðý görüþü oldukça aykýrý bir görüþ?


Bu konuda hayli yazdým, konuþtum. Medeniyetçilik gerek Batý’da, gerekse de Doðu, Ýslâm dünyasýnda, ulusal-üstü birliðin kaynaðý olarak bir “ulus-devleti ideolojisi” oldu. 1648 Westphalia-sonrasý Batý’da ulusal-üstü birliðin kaynaðý olarak medeniyetçilik, bir ulus-devleti ideolojisi olmuþ, “Hýristiyan ümmeti” idealinin yerini “Hýristiyan, Avrupa, dünya medeniyeti” ideali aldý. Ayný þekilde Ýslâm dünyasýnda da hilafetin fiilen bittiði, Birinci Dünya Savaþý’nýn baþladýðý 1914’ten sonra yaygýnlaþan Ýslâm medeniyeti deyiminin 100 yýllýk bir geçmiþi var. 19. asýrda Ýngiliz oryantalizmi Arap hilafeti, Fransýz oryantalizmi ise Arap medeniyeti tezleriyle sonunda Türk-liderliðindeki Ýslâm hilafetini yýktý. Fransýz oryantalizmi’nin Arap medeniyeti tezine tepkiden Þemseddin Sami’nin 1879 yýlýnda çýkardýðý Medeniyet-i Ýslâmiye adlý eseriyle Ýslâm medeniyeti kavramý doðmuþtu. Müslüman aydýnlar, Ýslâm hilafeti fikrinin tarihe karýþmasýndan sonra onun yerine Ýslâm dünyasýný birleþtirebilecek bir ulusal-üstü kimlik kaynaðý olarak Ýslâm medeniyeti kavramýna sarýlmýþlar, böylece Batý’da olduðu gibi Ýslâm dünyasýnda da medeniyetçilik, ulusal-üstü birliðin kaynaðý olarak bir ulus-devleti ideolojisi olmuþtur.


SÖMÜRGECÝ KAPÝTALÝZMÝN BUGÜNÜ


Bugünün dünyasýnda ulus devletler varlýðýný sürdürse de hayat siyasi, ekonomik, askeri, kültürel pek çok açýdan uluslar üstü birlikler, þirketler, iliþkiler üzerinden akýyor?


George Bush tarafýndan Yeni Dünya Düzeni’nin 1991’de ilan edildiði Soðuk Savaþ-sonrasý devirde ulus-devletleri çaðýnýn bütün derin içsel çeliþkileri su yüzüne çýkmýþtý zaten. Normalde ulus-devletlerinin miadý dolduðu halde ulus-devletiyle birlikte doðan sýnýr-ötesi sömürgeci kapitalizmin dirençliliði yüzünden dünya, saðlýklý bir þekilde ulusal-üstü devletler çaðýna geçmekte zorlanýyor. Bu süreçte ulus-devletleri çaðýnda doðan kapitalizm ile medeniyetin iliþkisi, ulusal-üstü devletler çaðýna gebe Soðuk Savaþ-sonrasý devirde ilginç bir formüle dönüþtürülmüþtür. Modern kapitalist Batý, hâkimiyetinin sinsi devamý için “one globalization, many civilizations” þeklinde bir “vahdet içinde kesret” formülü üretmiþtir.


Görünüþte birbirine zýt Huntington ile Fukuyama’nýn tezlerinin birleþtirilmesinden oluþturulan bu formül, Türkiye’nin üs olarak konumlandýrýldýðý BOP (Büyük Ortadoðu Projesi)’nde somutlaþtýrýlmýþtýr. Burada farklý Doðulu ülkelerde yayýlan ütopik civilization söylemi, gerçekte tek bir küresel kapitalist civilization olarak globalization lehine çalýþmakta, onu ayakta tutmaya yaramaktadýr. Kapitalizmin yeniden yapýlandýrýldýðý globalization sürecinde civilization, onun ürettiði bir teselli mekanizmasý olarak iþlemektedir. Bugün çalýþtýðý plazalardan lüks cipine binerek oturduðu mabetsiz ultra-lüks sitelere giden, modernliðin bütün nimetlerinden faydalanan bir Müslüman, pekâlâ bir Endülüs Ýslâm medeniyeti ütopyasýnda yaþayabilmekte, reel yaþayýþýndaki Ýslâm’ýn boþluðunu bununla doldurmaktadýr.


ÝSLAM MEDENÝYETÝ SÖYLEMÝNÝN TEHLÝKESÝ


Evet?


Kýsaca ben, Ýslâm medeniyeti söylemini, Müslümanlarýn Ýslâm algýsýný gizlice sekülerleþtiren son derece tehlikeli bir söylem olarak görmüþümdür.Türkçe medeniyetkavramý, aslýnda Ýngilizce civilitykavramýnýn karþýlýðýdýr ki bu, hikmete dayalý güzel bir davranýþ kalýbý içerir. Bugün Batýlý sosyal bilimde yapýlan çok sayýda çalýþmaya bakýldýðýnda postmodern çaðda civilitykavramýnýn hayatî etik-politik öneminin yeniden keþfedildiði görülür. Türkçe’de yanlýþlýkla medeniyetile karþýlanan medenîleþme(civilization) ise adeta içine ne atarsanýz alacak bir çuval gibidir. Özellikle Karl Marx, Georg Simmel, Norbert Elias gibi Alman Yahudi sosyologlarýn kültür ve medeniyete yaklaþýmlarýna bakýlýrsa bu daha net görülür. Hâlbuki insanlýðýn hakiki ihtiyacý, fýtrata uygun güzel davranýþ kodunu oluþturan hikmet=sünnettir.


HÝKMET NEREDE?


Modernleþmeyi hikmetin kaybý olarak tanýmlýyorsunuz. Modernleþmenin geldiði noktada günümüz dünyasýnda “hikmet”ten eser kalmýþ mýdýr?


Evet, ben, modernleþmeyi en geniþ anlamda hikmetin kaybý ve bu kaybedilen hikmetin seküler bir hikmet olarak medenîleþme(civilization) ile ikamesi süreci olarak alýyorum. Tradition (gelenek), aslýnda Katolik dindarlýðý karakterize eden teolojik bir kavram olduðu için modernleþmeyi “geleneðin kaybý” olarak tanýmlamak yanýltýcýdýr. Hikmetin anlamý ve modern dünyada bekâsýna iliþkin sorunuza bir tür temsille cevap vermek istiyorum: Hikmetin timsali Lokman Hekim, “Hikmeti kimden öðrendin” sorusuna karþýlýk “Edebi edepsizlerden, hikmeti âmâlardan öðrendim. Çünkü onlar asâlarýyla bir yeri yoklamadan adým atmazlar” cevabýný vermiþ. Buna göre lâfzî anlamýnýn da belirttiði gibi hikmet, nefsi þer iþlemekten men eden, yaþ tahtaya basmaktan alýkoyan bir kýlavuz ve bunun da sembolü Türkçe’de deðnek veya baston denen asâdýr. Bu asâ, hikmet aðacýndan yapýlmýþtýr.


Yani?


Buna göre bugün Türkiye’de Ýsmailaða cemaatinde, Suriye, Hindistan ve Maðrip ülkelerinde veya Sih ve Budist topluluklarda tek-tük gördüðümüz âsâ taþýyan insanlar, evrensel hikmetin son temsilcileri olarak alýnabilir. Asâ, tarihte daha çok Hz. Musa ile özdeþleþen hikmetin sembolü olduðu için çaðýmýzda Batý’da hikmetin kaybýna özellikle Yahudi düþünürlerin hassasiyet göstermesi tesadüf deðildir. Ülkemizde adý bile bilinmeyen Macar Yahudi filozof Edmond B. Szekely tarafýndan çaðýmýzda yeniden keþfedilen, M.Ö. 159-M.S. 100 yýllarý arasýnda kadim Filistin’de yaþayan Yahudi Ýsiyim (Essene) cemaati, çaðýmýzda fýtrata uygun yaþama özlemindeki Batýlý topluluklarýn ilham kaynaðý olmuþtur.Hikmet, fýtrata uygun güzel davranýþ kodunun genel, sünnet ise özel adýdýr. “Ýlk tabiat” denen fýtratýn tanýmý olarak evrensel hikmetin çaðýmýzda Batý dünyasýndaki takipçileri arasýnda Amerika’da Amish, Mormon, Hasidik, Kanada ve Avrupa’da Mennonite ile Doðu dünyasýnda Þaman, Sih, Hindu, Budist ve Konfüçyan topluluklarý, Türkiye’de ise Ýsmailaða cemaatini sayabiliriz. Entelektüel olarak ise geçmiþte Bî­rû­nî, çaðýmýzda ise Gandhi’yi çýkaran Hint coðrafyasýndan aydýnlarýn ancak hikmeti yaþatmaya devam ettikleri söylenebilir.


DÝNE DÖNÜÞ SEKÜLERLÝÐÝN BÝR GETÝRÝSÝ


Dini dýþlamanýn, sekülerliðin, modernliðin dünyaya hâkim ve neredeyse tek doðru kabul edildiði bir dünyada “tanrýnýn intikamý” sayýlabilecek þekilde bir dine dönüþ, kutsalý arayýþ hali de var. Sizce de öyle mi?


Bu, basit bir etki-tepki olayý aslýnda. Modernleþme dediðimiz köklü sosyal deðiþme süreci, ilim ile amel, norm ile olgunun arasýnýn açýlmasý sonucunu doðurur ve bizde Tanzimat devrinde olduðu gibi modernleþme, özellikle üstten siyasî bir iradeyle geldiðinde insanlar bu meþruiyet krizini gidermek için dinlerine daha çok sarýlma gereðini duyarlar. Burada sekülerleþmeyi anlamak için birbirine baðlý iki genelleme yapabiliriz. Birincisi, tabiat boþluk kaldýrmaz, beþerî hayatta çekilen dindarlýðýn yeri muhakkak bir baþka tür dindarlýk tarafýndan doldurulur. Ýkincisi, insan, bir þeye inanmadan yaþayamaz. “Kalpazan” kelimesinin türediði kalp, sürekli dönme halinde olduðu için þöyle ya da böyle bir akideye baðlanmak zorundadýr. Bu açýdan sekülerleþme, sanýldýðý gibi dinden uzaklaþma deðil, kýsaca dindarlýk dediðimiz dini algýlama ve yaþama tarzýnýn dönüþümü demektir. Çaðýmýzda ilerleyen sekülerleþmeye paralel olarak Batý’da maneviyatýn, bu arada Mevlana ve Ýbni ‘Arabî gibi Müslüman mutasavvýflara ilginin olaðanüstü artmasý bu bakýmdan bir çeliþki deðildir. Batý’da sekülerleþme, dinin kurumsallýðý ve dindarlýðýn formalitesinin gittikçe çözülerek insanlarýn bireysel, öznel, manevî bir dünyaya sýðýnmasý olarak tezahür etmektedir.


SEKÜLERLEÞME DÝNÝ TELAKKÝYÝ DEÐÝÞTÝRÝYOR


Ýnsanlarýn modernleþtikçe seküler bir dünya görüþüne sahip olacaklarý tezi, sizce Türkiye’de doðrulanýyor mu yanlýþlanýyor mu?


Doðrulanýyor, zaten doðrulanmamasý mümkün deðil. Burada dini yaþama tarzýný etkileyen modernleþme ile dini algýlama tarzýný etkileyen sekülerleþme arasýnda bir ayýrým yapmakta fayda var. Tanzimat devrinde olduðu gibi sünnet denen geleneksel dindarlýktan uzaklaþma anlamýnda modernleþmeye tepki, kamusal dinî yaþayýþýn canlanmasý olarak kendini gösterebilir. Ancak giderek sosyal hayata daha derinden nüfuz eden modernleþmenin bir sonucu olarak sekülerleþme, doðrudan dini telakki tarzýný etkilemeye baþlar. Bu dönüþüm, “inandýðý gibi yaþamayanlarýn yaþadýðý gibi inanmaya baþlamasý” düsturuyla özetlenebilir.


ÞERÝATSIZ HAKÝKAT, NAMAZSIZ NÝYAZ


Türkiye giderek muhafazakârlaþýyor iddiasý son birkaç araþtýrmada doðrulanamadý. Bir artýþ görünmüyor ama mesela insanlar kendilerini yüzde 85 oranýnda “dindar” diye tanýmlamasýna raðmen namaz ve oruç ibadetini yapanlarýn sayýsý yüzde 30 civarýnda. Bu size neyi ifade ediyor?


Bu sonuç, aynen Batý’da olduðu gibi bir sekülerleþme-manevîleþme iliþkisini yansýtýyor. Yaygýn kullanýlýþýyla oldukça muðlâk bir terim olan muhafazakârlýðý ben, “modern hayat tarzýna direniþ” olarak tanýmlýyorum. Buna göre örneðin, cep telefonu, televizyon, kredi kartý kullanmayan bir insan ancak muhafazakâr sayýlabilir ki böyle birilerini bulma imkâný neredeyse kalmamýþtýr. Dolayýsýyla Batý’da olduðu gibi karþýmýzda artan modernleþmeye tepki olarak kendini daha manevî, “enformel” tarzda dindar hisseden insanlar var. Batý’da sekülerleþmenin dinin kurumsallýðý ve dindarlýðýn formalitesinin gittikçe çözülmesi olarak tezahür ettiðini belirtmiþtik. Ýslâm örneðinde dinin kurumsallýðýnýn çözülmesinden kasýt, Peygamber ve varisleri ulemanýn otoritesinin çözülmesi, insanlarýn “Ben Kur’an, hadis meallerinden bunu anlýyorum” diye kendi kafalarýna göre dini yorumlamasý, ahkâm kesmesidir.


TASAVVUF OTORÝTELERÝ ‘GURU’ OLDU


Bu durumun ibadetlere de bir yansýmasý oluyor haliyle?


Müslümanlar örneðinde dindarlýðýn formalitesinin çözülmesinden kastým bu zaten. Yapýlan araþtýrmalarýn gösterdiði gibi dindar geçinen insanlarýn da Batý’da olduðu gibi namaz ve oruç türü dinî vecibelerini terkleridir. Son yýllarda Türkiye’de tasavvufa yönelik olaðanüstü ilgi artýþý da gene Batý-tarzý sekülerleþmenin, manevîleþmenin bir izdüþümü olarak görülebilir. Bu süreçte aslýnda þahsî yaþayýþlarýnda Ýslâm ile fazla bir alakasý olmayan sözde tasavvuf otoritelerinin Batý’daki gurular gibi kamuoyunda boy gösterdiði görülmektedir. Ýlm-i hâl, yani “hâl ilmi” olarak tanýmlanan geleneksel tasavvuf, “hâl, kâl ile tanýnmaz” anlayýþýný öngördüðü halde bu yerli gurular, hâli kâl ile tanýma, tanýtma derdine düþmüþtür. Bu gidiþatýn sonucu þeriatsýz hakikat, namazsýz niyaz anlayýþýdýr.


TÜRKÝYE DÝNDARLIÐI: NÝCELÝK ARTIYOR NÝTELÝK DÜÞÜYOR


Ardý ardýna yapýlan sosyolojik sondajlar, araþtýrmalar sizce gerçeðin ne kadarýný yakalýyor peki?


Tabiatýyla bu araþtýrmalar, ancak Batý-tarzý, formel bir sekülerleþme örüntüsünün ülkemize yansýma derecesini anlamamýza yardýmcý olabilir. Onun ötesinde bu tür araþtýrmalarla dindarlýðýn giderek düþen kalitesini tespit etmek imkânsýz deðilse de çok zordur. Gerçekten bugün Türkiye’de dindarlaþmada nicelikle nitelik arasýnda neredeyse ters bir orantýnýn yaþandýðý, adeta nicelik arttýkça niteliðin azaldýðý görülmektedir. Gerçekten nicel olarak cami inþasý, hacca gidiþ gibi göstergelere bakýlýnca Türkiye’de Müslümanlýðýn büyük bir canlanma yaþadýðýna hükmedilebilir. Ancak nitel olarak dindarlýkta korkunç bir yozlaþma var ki kanaatimce bunu da sünnete göre ölçmek mümkün.


TAKKE KALKTI, TAHRÝMEN MEKRUH OLDU


Ölçelim.


Çok basit olarak erkeklerin baþý örtülü ibadet (namaz, Kur’an tilaveti) örneðini verebilirim. Ben çocukken baþý açýk olarak namaz kýldýðýmda hoca olan rahmetli babam Niyazi Gencer, “Oðlum, erkeklere baþý açýk olarak namaz kýlmak tahrimen mekruhtur” diye beni ýsrarla uyarýrdý. Tahrimen kerahet, vakit çýkmamýþsa o Müslüman erkeðin baþýný örterek tekrar namazýný kýlmasýný gerektiriyordu. Yýllar içinde tahkik ettikçe rahmetli babamýn bu uyarýsýnýn hikmetini anladým. Hatta bu açýdan bugün Müslümanlar, Yahudilerden bile daha sekülerleþmiþ durumda. Bir erkek dünyanýn herhangi bir yerinde baþý açýk olarak sinagoga giremez ama bugün camilerde neredeyse takkeli namaz kýlan kalmadý. Artýk baþý örtülü namaz kýlan bir ilahiyat profesörü bile görmek neredeyse imkânsýz hale geldiyse halkýn halini düþünün. Bugün her alanda olduðu gibi özellikle din alanýnda korkunç bir cahillik toplumu kaplamýþ durumda. Çýkan insanlara soruluyor, kýldýðýnýz Cuma veya teravih namazý kaç rekât diye, bilmiyorlar.


ÞERÝAT ELDEN GÝDÝYOR


Bu araþtýrmalar, sosyolojik sondajlar özellikle 90’lardan, yani “irtica tehlikesi”nin bir siyasi argüman haline geldiði yýllardan bu yana Türkiye toplumunun dindarlaþýp dindarlaþmadýðýný, þeriat isteyip istemediðini ölçme aracý haline geldi. Sýrf bu durum bile modernleþme tecrübemizde anlamlý bir yere tekabül ediyor olmalý?


Sorunuzdan anladýðým, özellikle laik çevrelerce Ýslâm’ýn siyasallaþmasý olarak görülen modernleþme süreciyle dindarlýktaki deðiþim arasýnda bir yumurta/tavuk iliþkisinin kurulmasý. Herkesin bildiði gibi bu tür araþtýrmalar, güya Ýslâmî-eðilimli yerel ve genel yönetimlerin toplumu giderek Müslümanlaþtýrdýðý sonucunu gösterme gibi gizli bir manipülasyonla yapýlýyor. Oysa nicel deðil, nitel ölçütlerle bakýldýðýnda tam aksine bu süreçte Müslümanlýðýn ciddi bir yozlaþma yaþadýðýný söyledik. Nitekim Ali Çarkoðluve Binnaz Toprak’ýn 2006’da TESEV adýna yaptýklarý Deðiþen Türkiye'de Din, Toplum ve Siyasetbaþlýklý araþtýrma, 2000’li yýllarda þeriat isteyenlerin sayýsýnýn giderek azaldýðýný gösteriyordu!


MODERNLEÞME VE DÝNDARLAR


Dindar insanlarýn 1980 ama özellikle 90 sonrasý geçirdiði dönüþüm ve atýlýma dair pek çok yorum yapýlýyor. Sizin yorumunuz yozlaþmadan mý ibaret?


Bunu daha iyi anlamak için ülkemizin modernleþme serüvenini, 1960 ve ’70, ’80 ve ‘90’lý yýllar ile 2000’li yýllar olarak üç belli baþlý safhada ele almak uygun olur. Geleneksel anlayýþta din þeriat, þeriat fýkýh, dindarlýk ise sünnet demektir. 1970’ler, Türkiye’de Müslümanlarýn ilk modernleþme sürecine girdiði yýllardý. Bu düþük yoðunluklu kentselleþme=modernleþme süreci, bid’atleri ele alan eserlerin gösterdiði gibi, sünnet denen dinin estetik yaþayýþ boyutunun aþýnmasý karþýsýnda endiþeye yol açmýþtý. Ancak modernleþme süreci ilerledikçe bunu yerini hükmen, þeklen Ýslâm’a uyma endiþesi alacak, ‘80’lerde baþlayan bu yüksek yoðunluklu kentselleþme=modernleþme süreci, “fýkýhçý modernleþme” denebilecek bir eðilime yol açacaktý. Türkiye’de 1980’li yýllarda artan modernleþme sürecinde açýkça Ýslam’a aykýrý düþmekten korkan Müslüman fertler, pragmatik Osmanlý bürokrasisi gibi aposteriorik deðil, apriorik olarak modern hayatýn dayattýðý bazý amellerin meþruiyetini “helal, haram, caiz” olup olmadýðýný öðrenmek için fetva istiyorlardý. Böylece düþük yoðunluklu modernleþmenin yaþandýðý bir önceki onyýlda görülen bid’at eserlerinin yerini, yüksek yoðunluklu modernleþme sürecinin yaþandýðý bu onyýlda Mehmed Emre, Halil Günenç, Hayreddin Karaman, Yusuf Kerimoðlu, Faruk Beþer gibi ilim adamlarýna sorulan fetva eserleri aldý.


LAÝKÇÝLER NEYÝ BAÞARDI?


Ya 2000’li yýllar?


2000’lerdeki durum çok daha karamsar. Tedeyyün denen Ýslâm’ý algýlama ve yaþama tarzýnda inanýlmaz bir yozlaþma var. Modernleþme sürecine paralel olarak Müslümanlar, çok ciddî bir þekilde sekülerleþmiþ durumdalar, örneðin daha önce bankanýn önünden geçmeyen Müslümanlar þimdi neredeyse bankadan çýkmaz olmuþlar. Þeriat talebiyle ilgili sorular içeren araþtýrma yapanlara da, sorulanlara da öncelikle “þeriattan ne anlýyorsun” diye sormak lazým. Geleneksel anlayýþta din, þeriat demektir. “Yahudi, Hýristiyan, Ýslâm þeriatý” deyimlerinde olduðu gibi, þeriat dinin genel, Yahudilik, Hýristiyanlýk ve Ýslâm ise özel adlarýdýr. Yani sonuçta din, Ýslâm, þeriat, ayný þeydir. Diyanet, niçin bu kadar temel bir kavram hakkýnda toplumu aydýnlatmýyor diye insan gerçekten merak ediyor. Türkiye’de laikliði laikçilik olarak bir ideoloji haline getiren seçkinler, Ýslâm ile þeriatý ayýrma projelerinde az-çok baþarýlý oldular. Ýslâm ile þeriat kavramlarýnýn özdeþliðince Türkiye’de nüfus kâðýdýnda Ýslâm yazan her Müslüman “þeriatçý” olduðu halde bu kesim, Türkiye’nin baþbakanýna bile sýkýlmadan “þeriatçý mýsýnýz” diye sorarak, þeriatçý Müslümanlarý ötekileþtirerek þeriat kavramýný Ýslâm’dan ayýrmayý az-çok baþardý. Diðer taraftan bu yozlaþmayý giderecek kanallar da Türkiye’de tükenmiþ durumda. Dindarlýk kalýbý olarak sünneti, edebi toplum öðretecek kanallar olan tekkeler Cumhuriyet’in baþýnda kapatýlsa da özellikle Türkiye’nin doðusundaki medreseler bir þekilde varlýðýný sürdürdü. Bugün Müslümanlarýn edebi sünneti öðrenecekleri mürþid-i kâmiller kalmadýðý gibi ulema bakýyesi Halil Günenç gibi hocalar da, Allah gecinden versin, vefat ettikten sonra dinlerini soracaklarý, öðrenecekleri âlim de kalmayacak. Görünen o ki Müslümanlar, ancak durumun vahametinin farkýna vardýklarýnda âlim yetiþtirecek bu otantik kurumlarý diriltmenin, yaþatmanýn yollarýný bulacaklardýr.


ÝSLAMCILIK ÝSLAM’IN ÝDEOLOJÝK SAVUNMASI


Ýslamcýlýk, modernleþme karþýsýnda bir savunma biçimi olarak ortaya çýkmýþtý ve bugün bütün bu tartýþma aslýnda Ýslamcýlýk ve Ýslamcýlýðýn iflasý þeklinde yürüyor?


Bu konuda çok þey söylenebilir ama ben daha basit bir cevapla yetineyim müsaadenizle. Ýslâmcýlýk, Ýslâm’ýn ideolojik savunmasýdýr. Ýdeolojileþme ise ilim ile amel ayrýþmasýný baþlatan Kartezyen modernizmin ürünüdür. Buna göre Ýslâmcý, Ýslâm’ý ferden yaþamadýðý halde Ýslâmî bir düzenin kurulmasýný savunan kiþidir ki ben bu anlamda Türkiye’de ilk Ýslâmcý, ilk Müslüman aydýn ve ilk sosyal teorist olarak Namýk Kemal’i gördüm. Osmanlý’da daha önceki aydýnlarýn talebi þeriatýn daha iyi uygulanmasý iken onlarýn talebi sadece uygulanmasýydý. Bu anlamda Ýslâmcýlýk, kâh siyasal muhalefetin, kâh sosyal iktidarýn aracý olarak iþledi. Ýslâmcýlýk, hem yerel ve küresel siyasetin sýnýrlamalarý, hem bütün ideolojiler gibi özündeki ahlakî illetten dolayý bir duvara çarpacaktý. Ancak ne hikmetse bunu ilan iþini de gene Ýslâmcýlar sahiplendi!


“Ýfrat, tefriti davet eder” sözünün fehvasýnca, Ýslâmcýlýðýn baþladýðý ilaný da, bittiði ilaný da ayný kesimin, zihniyetin ürünü aslýnda. “Müslümanlar artýk iktidarda olduðu için Ýslâmcýlýðýn gerekçesi kalmadý” gibi bir yaklaþým, oldukça sýð. Dikkat ederseniz yýllarca “Ýslâm devleti” söylemiyle yaþadýktan sonra alenen havlu atan bu Ýslâmcýlar, þimdilerde küreselleþmeye uygun, çok daha soft bir ideal olan “Ýslâm medeniyeti” söylemini benimsemiþ durumdalar. Ben, þahsen hayatým boyunca kendime “Müslüman” sýfatýndan baþka bir þey yakýþtýrmadým, bir Müslümana düþenin her halükarda Allah Rasûlü ‘aleyhi ekmeli’t-tehâyâ ve’s-salavât efendimizin emrettiði þekilde yaþamak olduðuna inandým.